9

697 45 22
                                    

Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni :
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti :
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

-Nazım Hikmet/Saat 21-22

****

"En uzun, en çaresiz geceni düşün, sabah olmadı mı? Yine olur." der Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu kitabında. En uzun en çaresiz gecelerini atlatmışlardı. Cenk'in uyandığına dair bir telefon gelmişti onlara Turgut'tan. Bu gün Turgut ve Salih refakatçi olduğundan başka kimlerin gideceğine dair kura çekmeleri gerekmişti. Çektikleri kura sonucunda Timur ve Ekin'in gideceği kesinleşmişti.

Daha fazla geç kalmak istemedikleri için üzerlerini bile değiştirmeden gitmeye karar vermişlerdi ki, Turgut mesajla sivil gelin uyarısı yaptığı için üzerlerini değiştirmek zorunda kalmışlardı. Karargahtan çıkıp araca bindiklerinde saate baktı Timur. 11.50'yi gösteren saatle cebinden telefonunu çıkartıp sürücü koltuğundaki Ekin'e yan gözle baktıktan sonra mesajlar kısmına girdi telefonunun.

Parmakları klavyenin üzerinde hızla gezinirken "Cenk uyanmış, onun yanına geçiyorum Ekinle. Öğün atlama." gönder tuşuna bastı. Mesajın gittiğine dair bir ses geldiğinde Ekin bir saniyeliğine Timur'a bakıp yeniden yola çevirdi gözlerini. "Sen." dedi, cümlelerini toparlamak için sustu. "Piraye savcıdan hoşlanıyor musun?" dediğinde Timur derin bir nefes alıp verdi.

"Ben bile bilmiyorum artık Ekin. Ne hissettiğimi ben bile bilmiyorum." derken sesi hafif yüksek, bir o kadar da gergin çıkmıştı. Ekin bakışlarını yoldan çekmeden "Diyelim ki, Cenk'in yerinde sen vardın. Gözlerini açtığın anda, ilk kimi görmek isterdin?" diye sordu. Timur'un hislerini Ekin çoktan fark etmişti. Nitekim Timur'un hareketleri fark edilmeyecek gibi değildi.

Askeri bir deha olarak görülen Timur'un aşk konusunda bu kadar bilgisiz ve aptal olması biraz komik geliyordu ona. Sorusuna cevap gelmediğinde Ekin göz ucuyla baktı Timur'a. Gözlerinde bir şaşkınlık ifadesi yer alıyordu. "Hadi lan ordan." dedi Timur şaşkınlık dolu bir sesle. "Ben de öyle düşünmüştüm." dedi Ekin gördüğü görüntüyle. Ardından derin bir nefes alıp verdi. "Benim yaptığımı yapma, seviyorsan çık karşısına söyle. Sonra benim gibi olursun." dediğinde Timur bakışlarını Ekin'e çevirdi. Ekin bomboş gözlerle karşısına bakıyordu.

Biliyordu Ekin'in esir düşmüş o polise olan sevdasını. Ama karşısına çıkıp da söyleyememişti. Ve şimdi ölü ya da diri sevdiğini bulmak istiyordu. Biliyordu, Ekin'in öğrendiği anda yaşadığı yıkılışı kendi gözleriyle görmüştü. Duygusuz, buzdan bir duvar olarak görülen Ekin'in güçlükle sandalyeye oturuşu, dolu gözlerle tekrar tekrar o olup olmadığını soruşu her şeyin diğer bir cevabıydı.

PİRAYEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin