41.Bölüm

235 15 11
                                    

Sabah benim için epey erken bir saatte herkes uyandığı için mecburen bende uyanmak zorunda kalmıştım. Saat yedi de kahvaltı mı yapılırdı? Ben alışmıştım öğlen yapmaya. Daha horozlar ötmeden ne acelesi vardı.

İçimde hâlâ çamaşır olmadığından olabildiğince kambur durdum yemek yerken. Sonrasında Ares'e söyleyip valizimi aldığım gibi kendi kıyafetlerimi giydim. Şimdi daha rahat hissediyordum.

Dışarıya çıkacaktık. İzmir'de olduğu gibi Ares de beni burada gezdirecekti. Hem biraz heyecanlıydım hem de hiç gitmek istemiyordum. Atina'ya nadiren kar yağardı. Yumuşak bir iklime sahipken şimdi eksilere düşmüştü hava sıcaklığı. Lapa lapa kar yağıyordu.

Soğuğu hiç sevmez ve çok kolay hasta olurdum. Bu nedenle ilk olarak kalın iki tane uzun kollu, üstüne de Ares'in giydiğim sweatshirtini giydim. Üşüme ihtimalime karşı kabanımı ve botlarımı da ayağa geçirirken atkımı ve beremi de almayı unutmamıştım. Ares ise oldukça şikayetçi bir durumdaydı. Yine takım elbise giymişti ve üstünde de benimkine benzer bir kaban vardı. Dediğine göre atkı, hele ki bere takması yasaktı. Ama her ihtimale, yüzümün görünmemesi adına atkıyı gözlerimin altına kadar çekip saçlarımı da berenin içine sıkıştırmıştı.

Ben tek olacağımızı sanıyordum ama onun bir başkan oğlu olduğunu unutmuştum. Kendi olduğumuz araba dışında bir araba bize eşlik edecekti. Toplam altı korumayla ne kadar rahat edebileceğimizi hiç bilmiyordum.

Arabanın içinde bile olsak soğuktan buz gibi olmuş, kuruyan dudaklarını şakağıma bastırınca titredim. Kabul tutan dudakları hem gıdıklanmama sebep olmuş hem de canımı yakmıştı. Allah'tan sakal bırakmıyordu. Sakaldan hiç hoşlanmazdım.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum atkımı ağzımdan indirerek.

"Aslında birçok yere gidiyoruz. Akropolis, Partenon, Agora, Herod Atticus Odeon... Antalya'daki Aspendos gibi. Birkaç müzeye de gidebiliriz." Gülümsedi. "Ama en güzelini sona sakladım."

Merakla gözlerimi kırpıştırdım.
"Ne?" dedim heyecanla. "En güzeli ne?"

"Burada gezilecek yerler bittiğinde Selanik'e götüreceğim seni." dediğinde gözlerim parladı. "Ama üç günden önce gidemeyeceğimiz için... Atatürk'ün bazı eşyalarını korumak adına kasalarda tutuyoruz. Burada. Onları göstereceğim."

Dayanamadım, sarıldım boynuna. Kabanın içinde her ne kadar rahat edemesem de o bana rahatça temas edebiliyordu. "Seni," dedim ve yanağını öptüm. "Çok." Bir öpücük daha... "Seviyorum." En son ki öpücüğümü dudaklarına bırakıp çekildim. "Anlatamam yani, içim öyle gidiyor ki hücrelerim bile açıklayamaz bu durumu."

Dilini dudaklarında gezdirip benim anlık öpücüğümü devam ettirdi. "Sana olan aşkım, insanlığa bir asır yeter." dedi, dudaklarıma doğru konuştu. "Dünyadaki bütün seslere sağırken bir tek senin sesine duyuyorum ben." Erimiş halime gülerek baktı. "Böyle bakıyorsun ama dini nikaha hayır diyorsun? Ne anladım ben böyle işten."

Kahkaha attım. O da güldüğünde başımı omzuna yasladım. Dili açıldığında çok romantik oluyordu. Benim aksime sanki dersini çalışıp gelmiş gibiydi. Eve gidince yabancı dildeki sevgi sözlerine baksam iyi olacaktı.

Araba durunca Ares tekrar atkımı yukarı çekti ve ilk o indi. Ardından elini uzatıp inmem için yardımcı oldu. Elini tuttum, arabadan inince soğuk hava gözlerime çarptı. Ares'im şimdiden saçlarına kar taneleri dökülmeye başlamıştı. "Baştan uyarayım." dedi elimi sımsıkı sarıp yürümeden hemen önce. "Lütfen kimseyle yemek kavgası yapma. O bizim yemeğimiz, bizim kültürümüz, sonuna ki ekliyorsunuz falan demeye kalkma. Olur mu?"

Yanlış Sarışın Texting  (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin