💙🎠

229 7 0
                                    

@sysisi
26.01.2023

Uyurken gördüğüm rüyadan fazlasıyla etkilenip, sabah uyandığımda gördüğüm o rüyaya dair hiçbir şey hatırlamıyor gibiydim. Belirsizdim. Kendimi zorluyordum ama olmuyordu. Düşünüyordum ama bir sonuca varamıyordum. Mutsuzdum. Ve rüyamda gördüğüm o mutlu beni bulmak istiyordum.

Saat sabahın dokuzuydu. Derse tam olarak yarım saat geç kalmış bulunuyordum. Sınıfa sonradan girmek yerine kantinde oturmaya karar verdiğim dakikalarda kantinden gelen iğrenç yemek kokuları midemi bulandırmış ve bunu fırsat bilen bacaklarım ise beni dışarıya doğru yönlendirmişti. Hava neredeyse eksi yirmi derecedeydi ve ben okula her türlü geç kalacağımın farkında olsam da aceleci davranarak sadece ince bir ceketle dışarı çıkmıştım. Üzerimde bulunanlar listesi şu şekildeydi:

1-Beyaz tişört. Okulun verdiği o iğrenç ve rahatsız gömleği sevmediğim için polo yakalı bir tişört giyiyordum.

2-Süveter. Bordo ve siyah renklerden oluşan süveterimi oldukça seviyordum. Hatta bazen okul dışında bir yerlerde bile giyebilecek kadar seviyordum. Evet.

3-Ceket. İçi tüylü ama ne kadar tüylü olursa olsun eksi yirmi derecede beni asla sıcak tutmayacak ceketim pembe renkteydi. Rengi oldukça soft bir tondaydı ve en sevdiğim ceketlerim arasında yer alıyordu. Ki zaten iki tane falan ceketim vardı.

4- Tanrı'ya şükür ki kışın giymemize izin verdikleri kumaş pantolon. Ne kadar rahatsız olursa olsun o iğrenç dar eteklerden kesinlikle bin kat daha çekilirdi.

Ve beşincisi botlarım. Bileklerimde biten siyah biker botlarımı çok seviyordum. Utanmasam ve terlemesem yazında ayağımdan çıkarmayacağım botlarım tozdan görünmeyecek haldeydi ama umursamıyordum. Zaten, muhtemelen birkaç güne gerçekleşecek yağmur ve kar fırtınalarıyla birlikte pırıl pırıl olacaktır eminim ki.

Oldukça aç olan ama asla içerisine yiyeceğe dair herhangi bir şey kabul etmeyen karnımı tutarak ilerliyordum. 1,65 boyunda 56 kilo kızdım ama bu gidişle 35 kiloya kadar düşebilirdim. Ama neyse ki o kadar da halsiz düşmüyordum. Belki de içtiğim sayısız fincan kahve ve içerisinde oldukça fazla olan kafein beni ayakta tutan tek şeydi. Ama bunun ne kadar sağlıklı olup olmadığını kimseyle tartışmayacaktım.

İliklerime kadar titreyerek okul bahçesinde ilerliyordum. Okulun arka kısmında oldukça büyük yeşillik bir alan ve tam ortasında da basketbol sahası bulunuyordu. Bu saha o kadar da büyük değildi ama neredeyse tüm öğrenciler, özellikle de yazın, burada zaman geçirmekten keyif alıyordu.

Sahte yeşillik ile örtülü alana doğru ilerlemeye başladım. Ama çok fazla göz önünde olmamalıydım çünkü her an, sabah sabah kaprisi boyundan büyük olan bir hoca ile karşılaşabilirdim. Ve bu şu anda isteyebileceğim en son şey bile değildi.

Sekiz buçukta başlayan ders tam olarak seksen dakika sürüyordu. Yani kırk dakikalık bir boşluğum daha vardı ve sanırım bu zamanımı, basketbol sahasının arkasında kalan ağaçların dibindeki banklarda oturarak ve en sevdiğim oyun olan Rider'ı oynayarak geçirecektim. Ve bir de soğuktan tir tir titrerken beyaz atlı prensimin gelip beni bulmasını ve centilmence üzerindeki ceketi bana vermesini bekleyecektim.

Şakaydı.

"Bozulmaya yüz tutmuş makine gibisin."

Tam arkamdan duyduğum boğuk ses ile soğuktan neredeyse buz tutmaya başlayacak kirpiklerimi kırpıştırarak gözlerimi telefonumdan ayırdım ve gelen kişiye baktım.

Mark'tı.

Siyah taranmış saçlarını aynı renk bere sarıyordu. Üzerinde oldukça kalın ve onu sıcacık tuttuğuna emin olduğum kabanı vardı. Sırt çantasını yanımdaki boşluğa bırakıp çantasını ortamıza alacak şekilde banka yerleşti.

"Nasıl yani?" diye sordum. Oyunumun ortasında geldiği için gergindim. Tabii ki de neyden bahsettiğini anlamıştım ama kalan yirmi dakikada donmamak adına birileriyle konuşsam belki işe yarayabilirdi. Bu kişinin Mark olması ne kadar sağlıklıydı emin değildim ama sanırım umursamıyordum.

"Titriyorsun."

Oldukça rahat bir pozisyonda otururken bir kolunu bankın başlığına attı ve hafifçe bana doğru döndü. Yüzündeki donuk ifade içimi daha da soğutuyordu.

"Farkındayım?"

Tek kaşımı kaldırdım, tıpkı onun yaptığı gibi. Belirgin kaşları yüzündeki ifadeyi her zaman daha keskin gösteriyordu. Normalde Mark ve onun 'zorba' kategorisine giren mükemmel arkadaşlarını umursamazdım. Lisenin başından beri bir şekilde benimle uğraşmayı severlerdi. Onlara istediklerini tam olarak vermediğim için fazlasıyla hayal kırıklığına uğrasalar da bunu yapmaktan vazgeçmiyorlardı.

Açıkçası Mark onlardan biri olamayacak kadar az zorbaydı. Aslında hiç zorba değildi. Ama yine de zorba olan arkadaşlarının yanında durması ve onları uyarmaması da onu zorba yapabilirdi.

"Farkındasın ve aptal gibi hala üzerindeki ince ceketle bu soğukta dışarda kalmaya devam ediyorsun."

"Sanırım az önce ilk defa benimle bu kadar uzun bir cümle kurarak konuştun."

Söyledikleri beni şaşkına çevirse de belli etmeyerek onu tiye aldım. Yüzündeki ifade izlemeye değerdi. Gözlerini devirerek burnundan soludu ve olduğu yerde kıpırdanmaya başladı.

Önce üzerindeki kabanı çıkardı. Ardından içine giydiği kalın kapüşonluyu çıkarıp üzerime fırlattıktan sonra kabanını tekrardan giydi ve çantasını da alarak ayağa kalktı.

"Benim olduğunu kimseye söyleme yeter."

Şaşkındım. Az önce yaşadığım ufak şaşkınlığımdan daha büyüktü bu. Çünkü bırakın üzerindeki bir kıyafeti bana vermesini, tek bir günahını bile verebilecek bir insan değildi o. Adam akıllı benimle göz teması kurup konuşan birisi bile değildi ve bu konuda şaşırmamak elde değildi.

Tek kelime etmeme izin vermeden binaya doğru ilerlemeye başladığında, ayağa kalkıp peşinden gidemeyecek kadar aç, uykusuz ve halsizdim. Bu yüzden hiç beklemeden kapüşonluyu ceketimin içine giydim. İçi polarlı olduğu için ve az önce Mark kişisinin üzerinde bulunduğu için oldukça sıcaktı. Üzerime oldukça büyük gelen bu kapüşonluya adada hazine bulmuşum gibi sıkıca sarıldım ve şapkasını kafama örtüp yüzümü kapüşonlunun yakasına yerleştirdim. Üşüyen yüzüm ve kulaklarım artık huzur içindeydi.

Muhtemelen yeni tıraş olduğu için buram buram tıraş losyonu kokan kıyafet beni rahatsız etmiyordu. Hatta ve hatta bu koku beni öyle mayıştırmıştı ki her an her saniye uykuya dalabilirdim.

Sanırım, beyaz atlı olmasa da lacivert atlı prensim beni kurtarmaya gelmişti.


[Yeni Mark kitabımıza hoşgeldiniz. Ömceki kısa hikayeler kitabıma da devam ediyorum. Buraya atacağım ilk 10 bölüm falan diğer kitapta da mevcut oradan da okuyabilirsiniz. Burada sadece Mark adına yazacağım hikayeler bulunuyor. Desteklerinizi esirgemeyin lütfen🩶]

Kısa Hikayeler : Mark LeeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin