❤‍🩹

150 6 7
                                    

@SySisi
29.05.2023

Bizim ilişkimiz biraz garipti.

Daha doğrusu bir ilişki olarak bakılamazdı aramızdaki yaşanılanlara. Onun yüzünden ağladığımda onun yanına gidiyordum. Ondan nefret ettiğimde onun yanında bitiyordum ya da kavga ettiğimizde onun yüzünden bozulan moralimi düzeltmek için yine onun yanına koşuyordum. Bizimki bir arkadaşlık ya da aşk değildi. Yaşadığımız şey tam anlamıyla toksik bir ilişkinin nasıl ilerleyebildiğini gösteren oldukça sıkıcı ama bir o kadar da heyecanlı bir belgesel gibiydi.

Bir çok insanın aksine en nefret ettiğim gün kesinlikle cumartesiydi. Kalabalık ve gereksiz arkadaş ortamı, boş dedikodular, birbirlerini hiç çekinmeden çekiştirmeler, atılan iftiralar, edilen tartışmalar... Tüm bunlar cumartesimi mahveden şeylerdi ve ben kesinlikle tüm bunlara Mark için katlanıyordum.

"Mark..."

Hissettiğim şiddetli mide bulantısı ve üzerime bir öküz gibi düşen ağırlığın getirdiği güçlü uyuklama durumu ile birlikte Mark'ın kolundan tutup sessizce mırıldandım. Arkadaşlarıyla hararetli bir şekilde sohbet ederken içkisini yudumlayan Mark bakışlarını bana çevirdiğinde yüzü tamamen dümdüz bir hal aldı. Benden nefret etmiyordu biliyordum ya da beni hiç mi hiç sevmiyor değildi. Ama bana karşı belirli bir mesafesinin olduğunu çok iyi hissedebiliyordum. Buna rağmen beni asla yalnız bırakmıyor, benden uzaklaşmıyordu.

"Uykum geldi..."

Tekrar aynı sessizlikle mırıldandım. Şu an annesinin eteğini çekiştiren ve eve gitmek istediğini söyleyen küçük çocuklar gibi göründüğümü net bir şekilde söyleyebilirdim ve bunun farkında olmak nedense kendimden utanmamı sağlamıştı. Ama elimde olmadan böyle mız mız hareketler yapabiliyordum. Mark bu halime hiçbir şey söylemiyordu. Ki genelde o rahatsız olduğu bir durumda her şeyi açık açık söyleyen tiplerdendi.

Mark birkaç saniye daha yüzüme baktıktan sonra elindeki bardağı solundaki masaya bıraktıktan sonra arkadaşlarına gitmesi gerektiğine dair birkaç kelimelik bir konuşma gerçekleştirdi. Ardından onu sabırla bekleyen beni kolumdan nazikçe tutup ilerletmeye başladı. Kıskançlık ve sinsilik kokan koridorda yavaş ama bir o kadar da aceleci adımlarla ilerliyorduk. Her zaman sıktığı parfümü burnuma her ulaştığında uykum resmen daha çok artıyordu. Bu parfümü ona ben almıştım. O zamandan beri sadece bunu kullanıyordu. Bu beni gülümsetti.

"Neye gülüyorsun?"

Bana yandan bakış atan adama aynı şekilde baktım ama gülmeye devam ediyordum. "Parfümün gıdıklandırıyor."

Oldukça saçma bir cümle kurduğumu o an fark etmesem de bu önemli değildi çünkü Mark sırıtıyordu. Arabaya ulaşana kadar da bu böyle sürdü. Onun gülümsemesi resmen bana can veriyormuş gibi hissettiriyordu.

"Bana sürüyorum."

"Fark etmez." Ve kurduğumu hatırladığım son cümle buydu.

Uyandığımda vücudum resmen dövülmüş gibiydi. Belimi sıkıca sarılan kollarla hareket etmek imkansızdı. Mark'ın üzeri çıplaktı ve sıcak teni resmen beni alevlerin içindeymişim gibi hissettiriyordu. Saatin kaç olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu ve ben sadece uyumak istiyordum. Hasta gibiydim, gözümü açacak halim dahi yoktu fakat bir kere uyandım mı bir daha asla kolay kolay uyuyamazdım. Bu yüzden yarı uykulu gözlerle etrafa bakındım. Telefonum etrafta görünmüyordu.

"Benimkini al."

Boğuk sesi kulağımın dibinden yumuşakça geçip giderken komodinin üzerindeki mavi kılıflı telefona kaydı gözüm. Telefonu uzanıp almak için hareket ettiğim sırada bana izin vererek kollarını gevşetti. Yatakta aynı pozisyona geldiğimde ise tutuşunu daha da sıkılaştırarak alnını sırtıma yasladı.

Kısa Hikayeler : Mark LeeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin