9.Bölüm"Yangın yeri hep"

2.3K 129 39
                                    

Aşırı sinirli olduğum ve bu siniri bünyeme sığdıramadığım nadir günlerden biriydi. Sinirimin pek çok sebebi vardı ve mesela bunlardan biri artık hafta sonlarımın bok gibi geçiyor oluşuydu.

Meğer benim hafta sonlarımı Ferit dolduruyormuş. Eskiden çamaşırlarımı makineye atacak zamanı bile bulamazdım şimdi ise evimin her tarafını dip köşe temizleyebiliyor ama yine de günü bitiremiyordum.

Sinirli oluşumun ikinci sebebi de aslında bununla bağlantılıydı. Yapacak bir şey bulamayan ben neredeyse tüm pazarı sosyal medyada takılarak geçirmiştim. Allah'ım herkes mutluydu herkes! Evlenenler, nişanlananlar, şarkılar ile klip çekip, dans edenler... Çoğu şeyi abartılı bulsamda yaşıyordu işte insanlar. Bende sıcaktan bunaldığım için ayağımı duvara dayayarak serinlemeye çalışıyordum.

Böyle kendi kendime söylenerek dolaştığım sırada beni daha da sinirlendirmeyi başaracak o şeyi bulmuştum. Hande abla 12 saat önce bir post paylaşmış ve "Nice yıllara Ebru'cuğum" diye taze gelinlerinin doğum gününü kutlamıştı. Üstelik fotoğrafta o da vardı. Anlamadıysanız sizin için daha da detaylandırabilirdim.

Hani şu şerefsizlerin efendisi, haysiyetsizlerin lordu ve ırz düşmanlarının kabile reisi olan Ferit! Hah işte ondan bahsediyordum. Eller yine cepte kameraya bakmayarak poz veriyordu.

Onun böyle sosyal medya hesapları yoktu, her şey gibi yine bunları da aşırı aptalca buluyordu ama profiline girdiğim müstakbel nişanlısı görünen o ki bin küsür paylaşımı ve takipçisiyle baya aktifti bu mecrada.

Hem kızı hemde Hande ablanın paylaştığı o postu o kadar çok incelemiştim ki. Bir zaman ancak bu kadar boş geçirilebilirdi?

Yine kendime defalarca sorduğum o soruyu tazelemiş ve ne oluyor bana diye bu defa da kendime sinirlenmiştim.

Pazartesi de hafta sonundan çok farklı başlamamıştı. Otobüsler, metrolar ağzına kadar doluydu ve ne binmek ne de inmek mümkündü. Üstelik sabah yine bir toplantı olduğu öğrenmek saçlarımı yolmak istememe sebep olmuştu.

"Nereden çıktı bu ya?" diye Hülya ablaya çemkirirken daha yeni ceketimi çıkartıyordum.

"Ne bileyim ben hayatım? Paşamız sen ve Nusret beyi çağırmamı istedi"

"Ha bir de sadece iki kişi"

Eğer Ferit lokal bir toplantı yapıyorsa, aslında ortada bir şey yok demekti, sadece boş boş konuşacak bizi sinir edecekti. Bilgisayarımı bile açma fırsatı bulamadan ayrılmak zorunda kalmıştım odamdan. Bir yerde ne kadar çok toplantı yapılıyorsa o kadar az iş yapılıyordur sözü tamamen doğruydu.

Toplantı odasına girip, sinirle fırlattım ajandamı ve gidip kat mutfağından belki yardımı dokunur diye bir bardak papatya çayı aldım kendime. Sonra da ne zaman biteceğini asla bilmediğim bir bekleyişe koyuldum. İş hayatımın yarısı bu odada Ferit'i beklemek ile geçiyordu.

Nusret bey'in akıllılık edip hemen gelmediği dakikalarda bende çayımı yudumluyordum. Tam o anda odaya dalan kişinin de o olduğunu düşünüp "Hoş geldin kaderdaşım" diyecektim ki tarihte bir ilk olarak Ferit bey erken gelmişti.

"Günaydın" der demez, projeksiyonu açmaya koyulmuştu.

"Günaydın"

"Nusret bey nerede kaldı?"

"Ne bileyim ben?"

Bu papatya çayının sakinleştirdiği felan külliyen yalandı. Gram almamıştı öfkemi.

"Yurtdışı siparişleri ne durumda?"

"Daha iki ay var!"

Size başta çok sinirliyim deyince beni yeterince kaale almamış olanlarınız varsa artık alabilirdi. Çünkü gerçekten her an alev alacak durumdaydım ve karşımdakinin patronum olduğunu bile o an gözüm görmüyordu.

69Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin