otuz-sekiz

775 46 32
                                    

-

Geri dönmen gerekiyor meleğim. Bunlar ikimizin hayalleriydi. Onları gerçekleştiremeden nereye gittin böyle?..

-

Hogwartstaydık. Tam olarak yıkımın gerçekleştiği yerdeydik. Katliam ve ölüm. Burası korkunç görünüyordu, yıllar önce burayı böyle göreceğimi hayal bile edemezdim. Ama olan buydu, her şeyi görüyordum. Evim olan yerin yerle bir oluşunu izliyordum.

"Draco!" diye bağırdı, aslında teyzesi olduğunu öğrendiğim Bellatrix.

Ellerimi sımsıkı tutan sevgilime baktım. Gözlerindeki paniği görebiliyordum. Etrafına bakıyordu, üzerime eğilmiş sanki hiçbir şeyi görmememi istiyormuş gibiydi. Görmemek imkansızdı, gözlerimizi kapatacak olsak bile tüm bu çığlık sesleri neler olup bittiğini ortaya koyuyordu.

Tekrar "Draco!" diye bağırdı. Teyzesi belki de babası. Saçlarımı omzumun arkasına doğru attı ve yüzümü avuçlarının içerisinde aldı. Etraftaki insanlar koşmaya başladıkça, sesler artıyordu. Daha fazla çığlık sesi, daha fazla yeşil ışık, daha fazla lanet.

Tekrar arkaya dönüp önüme eğildiğinde; bakışları, bakışlarımla buluştu. Gözlerinde yansımamı görebiliyordum, hissettiğim şeylerin aynasıydı, hissettiklerimi yansıtıyorlardı; korku, terör, panik ve belirsizlik. Saçları gözlerini kapatıyordu, benimle konuşmak için dudaklarını aralamadan önce düşündüğüm tek bir şey vardı. Gençti.Gençtik. Bildiğim tek şey buydu, henüz çok erkendi. Etraftaki bağırış sesleri ve Draco'yu çağıran kişinin sesi arttıkça kalbim daha sert çarpıyordu. Yerinden çıkacakmış gibiydi. Ve o benimle kalamazdı, o başka bir tarafta, ben başka bir taraftaydım. Aramızı açan tüm bu tarafçılık duygusu, hakimiyetini sürdürmeye devam ediyordu.

"Git!" dedim ona. Saçlarımı öptükten sonra konuştu. "Tüm bunlar-önemsiz; benim için, hiçbir önemi yok. Tek-" kulağının yanından geçen yeşil ışığı farkedebiliyordum. "Tek umrumda olan sensin, her-şey-bütün hepsi önemsiz." dedi.

"Kuzey cephesini terkedin!" bu emirin yükselmesine rağmen hâlâ buradaydık. Kuzey cephesindeydik.

"Seni seviyorum." dedi, dudaklarıma kapanırken. "Sonsuza kadar." ve sonra cebinden çıkardığı o beyaz gülü verdi bana.

Hayatımda daha önce hiç bu kadar belirsiz hissetmemiştim. Korkuyordum, aşıktım. O yanımdayken aşk duygusunu tadıyordum- onun arkasına baktığımda ise korkuyu tadıyordum. O gülü bana verdiğinde geçmişe gittim, yine bunu yaptım. Yine maziye dönmüştüm. Gülü ellerinden aldığımda ağlıyordum. Tüm bu belirsiz duygular kalp atışlarımı hızlandırıyor, ağlamama sebep oluyordu.

"Sen de, bu gül de-" olabildiğince hızlı bir şekilde konuşuyordu."Güvende olacaksınız." dedi, elleri belimden ayrılıyorken. "Onu evimize götüreceğiz." kelimeleri ardı ardına sıralıyordu gözyaşlarımı silerken.

Dudaklarına kapandığım zaman onun karşımdaki bulanık görüntüsüne karşı "Seni seviyorum." dedim. Belki son kez, belki ilk kez. Belki de bininci kez. Bunu bilmiyordum, o an tek isteğim bunun sonunda-onun kollarına atlayıp- ona sarılabilmek ve ona tekrardan onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyebilmekti.

"Seni seviyorum." dedi, yanımdan buharlaşırken.

Ve şimdi her şey daha netti. Dünyadaki bütün kötülükleri görmeme engel olan, içimdeki umut duygusunu her daim canlı tutan sevgilim, -yanımdan ayrıldığında-her şeyin ne kadar kötü olduğunun farkına vardım.

Hâlâ kuzey cephesindeydim, buradan çıkmam gerekiyordu. Bir an önce buradan uzaklaşmam gerekiyordu. Karşımdaki merdivenleri çıkmaya başladığımda koşuyordum. Elimdeki gül ile beraber tanrıya bütün dualarımı iletirken koşuyordum. İçimdeki o panik duygusu bana sadece öleceğimi söylüyordu. Bundan sağ çıkmayacağımı söylüyordu. Kaygan zeminli merdivenleri çıkmayı bitirdiğimde, güney cephesine ilerleyeceğim yoldaydım. Ve sonra onun sesini duydum. İçimdeki bütün endişelerim doğrulanmıştı.

"Babanı en çok neyin üzeceğini biliyorum." sesindeki intikam duygusu çığlık atıyordu. "Kızını kaybetmek, ona vereceğim en büyük ceza olacak." ona döndüğümde gülümsemeye başladı. Buradan kaçışım olmadığını biliyordum. "Dolohov Holmes, şaşırmadın öyle değil mi?" kahkahasını attığı zaman asamı cebimden çıkarıyordum. Her ne olduysa o an oldu. Az önce çıktığım merdivenlerden geriye doğru atmıştı beni. Vücudumda oluşan morlukları hissedebiliyordum, bacaklarımı çarpmanın verdiği his ile yerden kalkmaya çalışıyorken bu imkansızdı. Beni, yaptığı büyü ile, sevgilimle son konuşmamı yapmış olduğum o yere doğru savurmuştu. Kuzey cephesine.

Ve burası yıkılıyordu. Arkamdaki duvar yıkılıyordu. Yanıyordu, küle dönüşüyordu. Bacaklarımın altındaki taşın kaydığını hissediyordum."Gittiğin yerde mutlu ol." dedi, iğreneceğim bir şekilde. Ve sonra ölmeme neden olan o hamleyi yaptı. Üzerine oturmuş, incilen belki de kırılan ayağıma rağmen ayağa kalkmaya çalışırken beni -gönderdiği lanet ile- düşürmüştü.

Düşüyordum, soluyordum, belki de ölüyordum. Etrafımda patlayan taşlardan bir farkım yoktu şimdi. Onlarla düşüyordum. Vücuduma çarptıklarında daha hızlı düşüyordum, daha fazla yaralanıyor, daha fazla kayıyordum. Elimdeki gül ile beraber daha fazla soluyordum. Yere düştüğümde hiçbir şey görmüyordum, bulanıktı, karanlıktı. Sadece hissediyordum. Bu onun hissettirdikleri gibi değildi. Bu berbattı, acı doluydu. Karnıma baskı yapan o soğuk taşı, sırtımın çarptığı o soğuk zemini hissettiğimde kalbim yerinden çıkacaktı, göğüs kafesime hiç bu kadar hızlı çarptığını hatırlamıyordum bile.



Missed Love, Draco MalfoyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin