Bölüm 17: Kabuk Bağlamayan Yaralar

100 30 106
                                    


Silah patlamıştı ve kurşun onun bedenine girmişti bile. Simsiyah kıyafetleri kana bulanıyordu Mehmet'in. Maskeli Adam ve o kadın bize el salladı ve buradan gitmeden önce bize şu cümleleri söylediler:

"Bol şanslar! Umarım arkadaşınız bol acı çekerek ölür!"

Mehmet hala ayakta durmaya çalışıyordu. Elini kurşunun girdiği yere koydu ve öylece beklemeye başladı. Gözlerini sıkıca kapatmıştı ve dişlerini sıkıyordu. Dizleri çok fazla titriyordu. Yusuf ise hala kendinde değildi. O kadın ve Maskeli Adam gittiğinde bütün maskeli grup da kaybolmuştu.

Onların yanlarına vardığımızda o lanet olası duman Yusuf'un zihninden yavaşça çıktı. Biz Mehmet'i uyanık tutmaya çalışırken Yusuf gözlerini birkaç kere kırpıştırdı ve elindeki silahı kemerine koydu. Sonunda acıyla dayanmaya çalışan Mehmet'i gördü. Onu gördükten sonra ifadesiz gözleri korkuyla kocaman açıldı. Hızla onun iki kolundan tuttu ve onu ayakta tutmaya çalıştı.

"Mehmet! Bunu sana kim yaptı!" Diye feryat etti acıyla. Mehmet ona cevap verebilecek bir durumda değildi. Sonra acısına normal olarak daha fazla dayanamamış olacak ki kendini yere bıraktı.

"Etraf neden kararmaya başladı? Hava da fazla soğuk değil mi?" Diye mırıldandı Mehmet gözlerini kapatmadan önce. Hepimiz onun başındaydık. Şevval ise valizinin yanına gitmişti ve içini karıştırıyordu.

"Bir şeyler yapın! Lütfen bir şeyler yapın! Onu da kaybetmek istemiyorum!" Diye feryat etti Yusuf. Sanki o vurulmuş gibi bir ifade vardı yüzünde. Sonra kıyafetinin kolunu hızlıca çekip koparttı ve eline aldı.Yusuf yere eğildi ve tek elini yavaşça Mehmet'in saçlarına geçirdi. Sonra onun kafasını nazikçe yukarı kaldırdı. Bir yandan o bez parçasını yarasına bastırıyordu bir yandan onunla konuşuyordu.

"Mehmet lütfen iyileş ve eski haline geri dön! İyileştiğinde seni bir daha sinirlendirmeyeceğim! Senin hep istediğin gibi ciddi biri olacağım!Beni bu dünyada tek bırakma!" Diye iç çekerek ağlıyordu Yusuf. Mehmet gözlerini hafifçe araladı ve tebessüm etmeye çalışarak onun gözlerinin içine baktı.

"Eğer ben senin bir daha beni göremeyeceğin bir yere giderse-" Yusuf onun sözlerini bitirmesine izin vermedi ve şöyle dedi:

"Öyle bir şey asla olmayacak! Senin yaşayacak daha çok fazla zamanın var! Sen hayatını çok mutlu bir şekilde yaşayacaksın! Sen mutlu olmayı hakediyorsun! Bir daha böyle şeyler yaşamayacaksın! Seni her zaman koruyacağım ve kimse hiçbir zaman canını acıtamayacak! Ben her zaman senin yanında olacağım!"

"Hayat acımasızdır Yusuf. Birini çok seversen hayat o kişiyi senden ayırır. Ama hayat beni somut olarak senden ayırırsa bile bizim ruhlarımız asla ayrılmayacak. Sana söz veriyorum..."

Sonra gözlerini kapattı. Sanırım bilinci kapanmıştı.

"Yusuf çık oradan! Ona müdahale etmem gerek! Dedi Şevval bağırarak. Eline beyaz, büyük bir çanta vardı. Ellerine de bir çift eldiven takmıştı. Yusuf yavaşça ayağa kalktı ve Berre'ye döndü.

"Berre lütfen iyileştirme gücünü kullanmama izin ver! Onun ellerimin arasından kayıp gitmesini izlemek canımı acıtıyor! Sanki ben kurşuna dizilmişim gibi hissediyorum!" Dedi Yusuf yalvarır bir sesle. Ama Berre kafasını iki yana salladı ve şöyle cevap verdi:

"Siz bize o kadar kötülük yapmışken ben size neden bir iyilik yapayım ki?" Dedi alaycı bir sesle. Ve Yusuf'un kulağına eğilip bir şeyler daha söylemeye başladı. Berre geri çekildiğinde Yusuf'un gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Berre ise sinsice gülümsüyordu.

"Y-yani onu ben mi vurdum? Ben mi yaptım tüm bunları?" Dedi Yusuf şok içinde. Bu sırada Şevval ise kurşunu çıkartmaya çalışıyordu. Aslında burası fazla temiz bir ortam değildi ama şartlar bunu gerektiriyordu.

Artık Çıkış Yok Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin