"İsteyip istemediğimi öğrenmek ister misin?" Dedim sinirle. Sağ gözüm seğirmeye başlamıştı. Elimde o not kağıdı ve çiçek buketi vardı. Çadırdan çıktım ve yüzümü ormana döndüm. Sonra da kağıdı tam ortasından yırtıp yere attım.
"Sence cevabım çok net değil mi? Ve elimdeki çiçek buketini de size yedirmemi istemiyorsanız bize böyle notlar bırakmayı kesin! Ben kardeşimi öldürecek kadar cani olmasam da sizi öldürüp ikinizin de organlarını birbirine dikecek kadar cani biriyim!" Dedim ve çadırdan yorganı alıp geri otele doğru yürümeye başladım. Yavaş ve kendimden emin adımlarla yürüyordum. Sonra ormanın içinden sesler gelmeye başladı.
Arkamı dönüp baktığımda bir patlama sesi geldi. Korkuyla çiçekleri yere fırlattım ve gökyüzüne baktım. Birisi havai fişek patlatmıştı. Etrafa sarı ve turuncu ışıklar saçılıyordu.
Bu ışıklar tamamen söndüğünde ise tekrar kendi karanlığıma gömüldüm. Hava karanlık olmasa bile düşüncelerimin karanlıktı benim.Birkaç dakika sonra ise otelin önündeydim. Otele ilk adımımızı attığımız gün geldi aklıma. O gün Mehmet ve Yusuf sürekli şakalaşıyordu. Ama şimdi biri vurulmuştu, bir diğeri de harap olmuştu. O adımlar belki de hayatımızı tamamen değiştirmişti. Belki de gerçekten çıkışımız yoktu buradan. Bizim artık çıkış yolumuz ölmekti gerçekten de. Her an kendimizi ani bir ölüme hazırlamamız gerekiyordu artık. Her gün umudumuzu yavaş yavaş kaybediyorduk. Her saniyede buradan çıkma ihtimalimiz azalıyordu. Ancak bir mucize bizi bulursa çıkabilirdik buradan. Neden bütün kötülükler bizi bulmuştu? Neden sadece biz? Neden şu an mutluca gülüp eğlenen arkadaşlar değildi? Dışarıdan güçlü biri olarak gözükmeye çalışıyordum. Ama kafamda kimsenin tahmin bile edemeyeceği düşünceler geçiyordu. Gerçekten dayanamıyordum artık. İç sesim sürekli ölmemi istiyordu. Onu her ne kadar susturmak istesem bile susmuyordu, aksine sesler daha çok yankılanıyordu kafamın içinde.
Bütün her şey gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçip gitmişti. Birkaç saniyeliğine de olsa dünyadan kopmuştum sanki. Sonra kendimi toparladım ve hızlı adımlarla otele giriş yaptım. Yerlerde küçük kan göletleri vardı. İkinci kattan da bir takım sesler geliyordu. Merdivenlere vardığımda hızlı adımlarla basamakları çıkmaya başladım. Merdivenlerin sonuna geldiğimde herkesin eskiden Yusuf ve Mehmet'in odası olan yere toplandığını gördüm. Kapıyı açık bırakmışlardı. Ben de o odaya doğru ilerlemeye başladım.
Kapının önüne geldiğimde onları gördüm ve onları biraz izlemeye karar verdim Mehmet bir yatakta yatıyordu. Yusuf ise onun baş ucundaydı ve tahta bir sandalyede oturuyordu. Gözlerini Mehmet'in üzerinden ayırmıyordu. Tek eliyle de Mehmet'in elini tutuyordu. İkisinin de elleri kanlıydı.
Berre ise öylece ayakta duruyordu. Kerem de karşıdaki yatağa oturmuştu ve iki elini de birbirine kenetlemişti. Neva ise Mehmet'i izliyordu. Gülizar da boş gözlerle karşısındaki duvarı izliyordu. Şevval ise neredeyse ayakta uyuyordu. Göz altları morarmıştı ve gözleri uykulu bakıyordu. O da zor bir gece geçirmişti.
Odaya girdim ve Yusuf'un yanına ilerledim. Sonra yorganı ona verdim. O da kalın yorganı nazikçe onun üzerine örttü.
"Umarım daha iyi olur." Dedim sessizce. Sabah olmuştu artık. Bazı insanlar kuş cıvıltılarıyla, mutlu bir sabaha uyanırken biz burada canımızı kurtarmaya çalışıyorduk. Mehmet'in dediği gibi hayat gerçekten çok acımasızdı.
Yaşamayı haketmeyecek kadar kötü insanlar hayatlarını mutluca ve vicdan azabı çekmeden yaşarlarken, bizim gibi bazı gençler daha hayatının baharlarında iken aldığı her nefesten vicdan azabı duyarak hiç haketmediği şeyleri yaşıyorlardı. Bizim gibiler hiç gün yüzü göremeyecek miydi bu dünyada? Mutlu olmak için ölümün bizi bulmasını mı bekliyorduk? Kafamın içinde dolanan soruların hiçbirine cevap bulamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Artık Çıkış Yok
Mystery / ThrillerYedi yakın arkadaş, Almanya'da kış tatili için ıssız bir orman oteline giderler. Uçak masraflarını minimize etmek için bu seçimi yaparlar, ancak bilmedikleri şey, otelin derinliklerinde gizlenen sırların ve tehlikelerin olduğudur. Otel, dışarıdan b...