Öğle arası zilini hemen hemen beş dakika aşmışlardı. Tüm öğrenciler ve öğretmenler, hapsoldukları yerden dışarı fırlamak için bekleşen böcekler gibi okul dışına hücum etmişti bir buçuk saatliğine. Felix ve Jeongin de o böcek sürüsünün ardında kalmışlardı, dışarı çıkmak bir süre daha bekleyebilirdi.
"Telefonumu tutsana."
Felix, Jeongin'in eline tutuşturduğu telefonunun ardından yan yana sıralı üç pisuvardan en yakınına vardı. Okul pantolonunun fermuarını indirirken göz ucuyla arkadaşını yokladı, birkaç gündür olduğundan daha durgundu, sanki bir şeyler düşünüyordu.
"Şu hırkayı bir gün de ben giyeyim mi?" diye sordu kendisi kadar ergen olan erkekliğini tutup tam da hedefine doğru işiyorken.
"Ne saçmalıyorsun?" kaşları çatık, sanki mühim bir toplantıdan yaka paça çıkarılmış gibiydi Jeongin. Ellerini lacivert hırkasının ceplerine yerleştirip tuvaletin çıkık kolonuna dayadı omzunu, telefonlar cebindeydi.
"Asıl sen ne saçmalıyorsun? Dikkatinden mi kaçıyor yoksa kasten mi yapıyorsun?"
Cephanesini pantolonunun içine sıkıştırdıktan sonra lavaboya doğru adımladı, Jeongin'i şöyle bir taradı, anlamamak ve anlamazlıktan gelmek arasındaydı.
Felix, ellerini yıkayıp gri pantolonunda koyu izler çıkaracak biçimde kurularken yaklaştı Jeongin'e gözlerini kısarak.
"İki gün," dedi sorgu masası tam da altlarında kuruluymuş gibi. "İki gündür Hyunjin'in sana geri getirdiği hırkayı giyiyorsun ve bu sende alışık olduğum bir şey değil."
Jeongin, annesinin vazosunu kırmış küçük bir çocuk edasıyla gözlerini zemine dikip ayağıyla fayansı eşelerken konuşmaya niyetli değil gibiydi. Felix anladı ve dostunu dilsiz saymaya devam etti.
"Bu çocuğun sana abayı yaktığı ya da seni istediği, artık her ne haltsa apaçık, biliyorsundur umarım."
"Bilmiyorum, ne diye bu konuyu açıyorsun şimdi?"
"Ne düşündüğünü bilmek hakkım."
"Acıktım, bunu düşünüyorum şu an."
Göz devirerek güldü Felix, üzerine gitmeyi istemiyordu fakat içine kapanması da dilediği değildi.
"Korkuyor musun?" diye sordu gömleğinin pantolon içinde kalmış kısımlarını dışarı çıkarırken. Bir düşününce, kendisi de korkuyordu. Jeongin ile dünyanın yüzde seksenini kapsayan liseli, çoğunlukla işe yaramaz genç tiplemesinin karşılığıydılar ona göre. Aile baskısını yutar, canları isterse ders çalışır, parasına değmeyecek oyunlar oynar, top peşinde koşturur, kızlarla devamı gelmeyecek, yalnızca öpüşüp elleşecek ilişkiler kurar ve yalnız kalınca da meme muhabbeti yaparlardı. Bir anda bunun değişeceğini, dapdar ergen gözlüklerinin merceklerinin hasar gördüğünü, bambaşka his ve görüş furyasına maruz kalmanın olağan olduğunu kabullenmeye başlamak korkunçtu.
Sonucunu kestiremiyordu. Bu bir değişim miydi yoksa bir vajinalı kadar bir pipiliye de arzu duymak insanoğlunun fıtratında mevcut muydu? Tuvalet köşesinde deşilecek bir düşünce miydi bu?
"Korkuyorum."
İşte. Felix, Hyunjin'in ne hissettiğiyle ilgilenmiyordu. Önemsediği Jeongin'di. O da kendisi gibi gülüp geçer, üzerinde durmaz sanıyordu. fakat durumun vahimiyeti daha anlaşılırdı şimdi.
"Neyden?" diye sordu Felix. Jeongin bu sefer sırtını tamamen kolona yasladı, kalbi güm gümdü, birine açıklamak kendiyle tartışmaktan zordu.
"Ben böyle hissetmek istemedim ki hiç." yutkundu can havliyle, boğazı kurumuştu. "Kendimi geri çekmek istiyorum ama sanki içimdeki boşluğu büyütüyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
daft punks | hyunin
Fanfiction[tamamlandı] "Bak kardeşim, ben ibne değilim. Haberin olsun." "Ben de değilim amına koyayım." -seunglix. -düzyazı.