Geçen seferden aşina olduğu kapının önüne vardığında kulağındaki telefondan gelen kısık hıçkırıkları son defa tepkisizce dinledi Hyunjin. Nefeslerini belli bir düzene oturttuktan sonra kolunu kaldırarak bileğindeki siyah saate baktı. Akşamın altı buçuğunda annesinin işten dönmeyeceğine inanıyordu.
"Jeongin," diye seslendi, birkaç saniye sonra da karşı hattan burun ve iç çekme sesleri işitti.
"Üzgünüm," dedi Jeongin boğuk sesiyle. "Bir anda başlayınca durduramadım kendimi, kapat istiyorsan."
Sırıttı Hyunjin oğlanın düşündüklerinin tam zıttını düşünüyor oluşuna. "Kapıyı açsana, yoruldum." deyip kapının kenarına dayandı.
"Dalga mı geçiyorsun?" dedi Jeongin ve Hyunjin'in tahminiyle odasından çıkıp kapının önüne dek koşmuştu. "Gelme demedim mi lan ben sana!" diye bağırdı ve telefon olmaksızın kapının ardından duyurdu kendini.
"Zırlamanı susturayım diye geldim."
"Durdu, git ve dersini çalış."
"Buraya kadar geldim. Bekletme beni Jeongin, aç hadi."
Hattın ve kapının öteki ucundan sıkıntılı bir oflama geldi kulağına. Bedeninin yanı sıra kafasını da kapının kenarına yasladı, bekleyiş ve sessizlikle geçen otuz saniyenin ardından tek bir anahtar çevirme sesi duyuldu. Jeongin, kızarık burnu ve yanakları, hâlâ değiştirmediği okul kıyafetleri ile kapının ardından göründüğünde buruk bir heyecanla bedenini doğrulttu Hyunjin. Onu böyle mahvolmaya yakın bir hâlde görmek hoşuna gitmemişti hiç, koca bedeninin üzerindeki temiz ve kızarık yüzü küçük bir çocuğun surat ifadesinden alınmış gibiydi.
"Suratım bok gibi amına koyayım, gelecek zamanı buldun sen de." ağlamaktan tıkanan burnundan ötürü çıkardığı geniz sesiyle yakındı Jeongin sonra kenara çekildi giriş izni tanıdığını belirtir biçimde.
Hyunjin ise aldığı davetin ardından yavaşça girdi içeri. Arkasından serbest bırakılan kapı kapanırken Jeongin'in ısrarla kaçındığı göz temasını kurmayı diretti. Nihayetinde öylece beklemenin nafile olacağını anladığında soğuk elleriyle oğlanın sıcacık yanaklarını kavrayarak kendine çevirdi kafasını. Yarım saattir dur duraksız ağlıyor diye çekik gözleri daha da küçülmüştü. Merhamet dolu bir ifadeyle uzanıp Jeongin'in kıpkırmızı elmacıklarını ve burnunu teker teker öptü. Yeniden dolan gözlerini de es geçmedi, yumuşak buselerini oralara da taşırdı.
"Tipsiz." diye mırıldandı gözlerini yummuş oğlanın suratına. Kirpiklerinin şakacı bir sinirle havalanışını seyretti.
"Siktir git lan evimden."
Hyunjin, ellerini istemsizce çekerek keyifli bir kahkaha attı. Bedeni geriye savrulurken karşısındaki oğlanın da sırıttığını gördü, biraz olsun kendine gelmişti sanki. Onun rehavetiyle ayakkabılarını çıkarıp direkt olarak Jeongin'in olduğunu bildiği odaya girdi, sanki kendi eviydi.
"İyi kuruldun." dedi Jeongin burnunu çekerek elleri ceplerinde odasına girerken. Hyunjin, girer girmez ceketini çıkararak yatağına oturup ayaklarını uzatmıştı bile.
"Yatağın rahat diye."
"Tatmin etmedi."
"Senin yatağın diye." dediğinde göz göze geldiler, Jeongin'in sakinleşmeye başlayan suratından taze bir tebessüm gelip geçti, sonra gardırobuna yönelerek içinden kıyafet çıkarıp omzuna attı.
"Elimi yüzümü yıkayıp geliyorum."
"Yanımda giyinsen yemem seni."
"Gaysin oğlum, her türlü yersin." dedi Jeongin sinir etmeye çalışarak. Pek de başaramamıştı açıkçası, yatağındaki oğlan gülüp geçmişti sadece, harbiden şakadan anlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
daft punks | hyunin
Fanfiction[tamamlandı] "Bak kardeşim, ben ibne değilim. Haberin olsun." "Ben de değilim amına koyayım." -seunglix. -düzyazı.