Kendini, gözlerinin bir iki parmak üzerinde konumlanmış kılların arasına gizleyen küçük yaranın üzerinden parmaklarıyla belli belirsiz geçti Jeongin. Kaşı iyi bir kamufle olmuştu, dudağındaki ve yüzünün geri kalanındaki hasar da dikkat edilmeyince fark edilemeyecek hâle gelmişlerdi. Birkaç gün de evin içinde kaçabilirdi annesinden. Yani, eve dönüş vaktiydi.
Felix'in, onu nüfuslarına alma isteğini insancıl dövüşlerle kursağında bıraktığından ötürü hissettiği buruk galibiyetle beraber aşina olduğu mahallesinin kaldırımından apartmanına doğru adımlarken çantasında zırlayıp duran telefonunu fark etmedi bir türlü. Yemekten sonra oyun oynarken içer diye aldığı enerji içeceği ve jelibon paketi market poşetinde hışırdıyorken uzun süredir çantasının ön gözünde başıboş duran anahtarına uzanıp dış kapıyı iki çevirişle açtı. Ayakkabılarından heyecanla kurtulup odasının tanıdık kokusuna ve yatağının bulunmaz rahatlığına eriştiğinde derince bir iç çekti, aptalca gülümsedi.
"Vay amına koyayım," diye mırıldandı. "İnsanın kendi çöplüğü de bir başka."
Birkaç dakikayı yatağında uzanarak harcadıktan sonra sırt çantasının hâlâ sırtında olduğunu hissettiği ağrıyla beraber fark ettiğinde doğruldu yataktan. Çantasını gardırobunun kenarına fırlattı ve başka hiçbir şey yapmadan doğruca duşa girdi. On beş dakikalık bir suyla haşır neşirliğin ardından hafiflemişçesine yeniden vardığı odasında eşofmanıyla düz beyaz tişörtünü üzerine geçirip saçının ağır ıslaklığını aldığı havluyu sandalyesinin üzerine attı. Sonra görüşüne bir defterden koparıldığı kenarlarındaki yırtık izlerinden belli olan kağıt ilişti, kaşlarını merakla çatarak elini uzattı ve kağıdı kavrayarak okuyabileceği hizaya getirdi.
Okudu, kaşları havalandı sonra yeniden şimşek gibi çatıldı. Tamamen yabancı bir el yazısıyla yazılmış nottaki ürkünç tuhaflığın etkisinde kaldı bir süre.
"Odan güzelmiş Jeongin."
Manâsız, garipçe bir yazı. Aklına ilk gelen kişi Hyunjin fakat şu sıralar ne halt dönse aklına ilk Hyunjin gelirdi, yani seçenek dahillerinde bile değildi aslında.
Bir dakika kadar sonra penceresinden gelen tok sesi işitti. Omuzları irkildi daldığından dolayı, kağıdı masasının üzerine bıraktı ve aklı erimiş gibi bir düşüncesizlikle kapalı perdesine dek vardı. Yalnızca bir anlığına korktu fakat ne zaman ki tül perde pencerenin önünden çekildi ve gözleri yeşil kapüşonlu bir genci seçti, işte o vakit tüm karamsar duyguları da görünmez bir dumana karışıp kayboldu.
"Naber beyefendi?"
Gülümsedi, istemeye istemeye hem de, teslimiyet bu kadar basit olmamalıydı halbuki ona göre. Yalnızca tek cümleyle gardını indirecek kadar dirayetsiz değildi ki Jeongin.
"Ne işin var yine burada?" diye sordu haylaz bir ciddiyetle. Tepeden tırnağa süzdü penceresinin önündeki oğlanı. Siyah converseleri, siyah kot pantolonu, az evvel akıllara vurgulanan o yeşil kapüşonlusu ve lastik tokanın içine sığdırabildiği kadarıyla bağladığı siyah saçları ile nereden bakılırsa evine uğramış görünüyordu Hyunjin.
"Bugün hiç görünmedin diye," dedi Hyunjin duyulabilir bir mırıltıyla. "Telefonun ne diye duruyor sende, kıçına mı sokuyorsun?"
"Aradın mı ki?" diye sahi bir şaşkınlıkla sordu Jeongin, bir eli pencerenin pervazında öteki de açmak için çevirdiği kolundaydı.
"Altı defa."
"Atma lan!" diyerek hızlı davranıp telefonunu çantasının ön cebinden çıkardığı gibi açtı ve penceredeki yerine döndü Jeongin, ekrandaki oğlana ait altı ve annesinden gelen bir cevapsız aramayı görünce mahcubiyetle kaşlarını kaldırdı. "Harbiden aramışsın, ne oldu ki?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
daft punks | hyunin
Fanfiction[tamamlandı] "Bak kardeşim, ben ibne değilim. Haberin olsun." "Ben de değilim amına koyayım." -seunglix. -düzyazı.