On dördüncü sıra, sekizinci koltuk, boğuk ve nefessiz bırakan illet bir atmosfer. Dün son derste ansızın anons edilen sıkıcı konuşmalı konferansın yalnızca on yedinci dakikası, yine de insanın on yedi yılının hatırlayabildiğiyle tamamını gözden geçirip bir boka yaramadığını anlaması için yeterli bir süre.
Jeongin, bomboş ve iyiden iyiye uykuluya kayan gözlerle müdür yardımcısının konuşmasını dinlerken ön cebinde bulunan telefonunun güçlü titreşimiyle irkilerek kendine geldi. Derin bir uykudan uyanmış gibi homurtusuyla cihazı çıkarıp art arda gelen bildirimlere baktı. İşine gelen bir teklifi geri çeviremezdi elbet, her manâda işine gelen.
"Felix," diyerek yanında, kendisi gibi uykuya dalmak üzere olan arkadaşını dürttü koluyla.
"Ne oldu?" dedi oğlan tatlı uykusundan yaka paça çıkarılmak hoşuna gitmese de dostane bir sakinlikle.
"Beş dakika çıkıp geleceğim ben, tamam mı?"
"Siktir git oğlum, bana ne?" diye agresifçe yanıtlayıp yarım kalan şekerlemesine kaldığı yerden devam etti. Jeongin'in beklemediği bir tepkiydi bu, o nedenle kıkırdadı kısıkça.
Tam anlamıyla doğrulmadan kalkıp sağda kalan öğrencilerin bacaklarının önünü aşa aşa salonun kenarındaki merdivenlere vardığında elini karnına atıp yüzüne bitkin ve solgun bir ifade takınmaya çalışarak kapıda bekleyen edebiyat hocasının yanına doğru adımladı. Bir yandan acelesiz yürümeye çabalarken bir yandan da karnını ovuşturmaya devam etti.
Nihayetinde durum gözüne gözüne sokulduğundan öğrencisini fark eden öğretmen, Jeongin'in hâline kanıp tuvalete gitmesine izin verdi. İşte, az biraz kurnaz olmak her daim işe yarardı.
Konferans salonundaki ferah yaşama doğru adımladığında derince nefesler aldı Jeongin, serin ve açık pencerelerin esintisiyle havalanan koridordan nasiplene nasiplene yol aldı. Şu an bulunduğu eksi kattaki spor salonuna doğru adımlıyordu. İçinde umarsızca bir heyecan büyüyordu yine elinde olmadan. Koridorun sonundaki köşeden döndüğü vakit görüşüne ilişen bedenle de katlandı bu, insan sahiden de gerçek hislerin pençesinde kukla oluyordu. Başka biri onu, her ne kadar sıkılmış olsa da, oturduğu yerden kaldırıp da buraya getiremezdi mesela. Felix'in omzuna kurulup program bitene dek uyurdu normalde.
"Selam." dedi Hyunjin yaslandığı duvardan ayrılıp gülümserken. Jeongin de sakin adımlarla yanına vardığında aynı şekilde fakat daha çekingen ve soğuk bir tavırla, "Selam." diye karşılık verdi. Sonra omzunu duvara yaslayarak yan bir şekilde durdu.
"Konferansta neden yoktun?" diye sordu Jeongin kendisi gibi spor salonunun kapısının karşısındaki duvara yaslanan oğlana.
"Çoğumuz gitmedik, sınav sayesinde kaytarmış olduk yani."
"Harbiden çalıştın mı? Çulsuz bir şey olacaksın ileride bak."
"Çalıştım çalıştım," dedi Hyunjin kıkırdayarak. "Ara verince seni göreyim istedim."
Ayakkabısının ucuyla zemini eşelemeye çalıştı Jeongin, dudaklarını birbirine bastırmadan önce, "Anladım." diye mırıldandı. Sonra uzanıp Hyunjin'in üzerindeki hırkanın ucunu kavrayarak fermuarıyla oynamaya başladı.
"Yoruldum bayağı, çıkışta da dershaneye gideceğim."
"Peki."
"Sonra evde de tekrar yapmam lazım, çok yoğunum bugün."
"Yani?" diye sordu Jeongin tek kaşını havaya kaldırıp göz teması kurarak. Belli ki oğlanın bir karın ağrısı vardı.
"Bilmem," deyip dudağını aşağı doğru kıvırdı Hyunjin muzipçe. "Belki içinden bir şeyler yapmak gelir diye."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
daft punks | hyunin
Fanfiction[tamamlandı] "Bak kardeşim, ben ibne değilim. Haberin olsun." "Ben de değilim amına koyayım." -seunglix. -düzyazı.