Jeongin, nadir de olsa bazenleri kendini çürük ucube felsefeli bir dramada hissederdi. Hani şu her ipin başka birine bağlandığı, herkesin kendini kurban saydığı zımbırtılar. Hayat her daim güllük gülistanlık değildi elbette, yine de birkaç cümleyle altının üstüne gelmesi de ağrına gidiyordu. Ergen aklıyla lanetler edip duruyordu okuldan çıktığından beri, olmaz olsundu böyle yaşam. Olmasa da olurdu.
Felix'in suratındaki beş karışlığı anlaması zaten işte bile değildi fakat yine de şansını deneyerek sonuna kadar inkara tutuştu, arkadaşı üstelemek istemedi diye de kaytardı nihayetinde. Zaten yarına kalmaz anlatırdı ne var ne yok. Yalnızca emin olmaktı şimdiki niyeti.
Apartmanın önüne geldiğinde soğuktan kızarmış burnunu çekti hırsla, ağır kapıyı ittirerek içeri girdi ve hemen karşısında bulunan merdivenlere doğru adımlayıp acelesizce çıktı teker teker. Dış kapıya vardığında omzundaki çantanın bir kolunu sıyırıp ön fermuarını açtı ve içindeki ev anahtarını pek de yüksek olmayan bir tıkırtıyla çıkardı. Ardından uzanıp yuvasına yerleştirdi fakat bir türlü yerine oturmadı anahtar, kaşlarını çatarak eğildi, bir kez daha denedi fakat yine olmadı. Öteki tarafta hâlihazırda bir anahtar olmalıydı.
Kendi anahtarını çıkardığında onu tesciller gibi açıldı kapı. Bu saatte evde oluşunu garipsediği annesi küt siyah saçlarıyla ve telaşlı ifadesiyle karşısında duruyordu.
"Hoş geldin." dedi bir yandan da kulağına minik pırlantalı bir küpe takmaya çalışıyorken.
"Hoş buldum." diye karşılık verdi Jeongin yadırgayan bakışlarıyla. İçeri girip kapıyı kapattı ve ayakkabılarını çıkardıktan sonra annesinin ardından onun odasına doğru yürüdü.
Kadında bir yere yetişme telaşesi barizdi ve iş için giyindiği takımlar belli olduğundan ötürü şu anda üzerinde bulunan koyu mor kalem elbise bunun daha özel bir hazırlık olduğunu gösteriyordu. Anlık bir dürtüyle odasına kapanmayı düşündü Jeongin ancak olmazdı, konuşulması gereken meseleler vardı.
"Nereye böyle?" diye sordu kapının pervazına bedeninin tüm ağırlığını verirken. Annesi de bir diğer küpeyi taktıktan sonra aynadaki yansımasından gözlerini ayırmayarak konuştu.
"Arkadaşımla yemek yiyeceğim." dedi dümdüz bir tonla.
"Hangi arkadaşın?" dediğinde ellerini saçlarından çekip oğluna döndü alımlı kadın.
"Bana hesap mı soruyorsun?" dedi kaşlarını inceden çatarak. Böyle yanıtsız kaldı diye sinirlenmeye başladı Jeongin. Bedenini doğrulttu, çantasının kolunun alt kısmını sıktı avucunda. Ne olacaksa olsun, dedi içinden, ne pahasına olursa olsun onun ağzından duyayım.
"Bana söylemeyi düşünüyor muydun?" diye sorduğunda donuk bir şaşkınlık ifadesi geçti kadının yüzünden.
"Neyi?" dedi gergince, yepyeni görünen rugan, topuklu ayakkabılarını giyiniyordu.
"Ben yokken birilerini mi çağırdın buraya?"
"Kendi evime istediğim kişiyi çağırırım Jeongin, ne bu tavrın?"
Konuşmaya konuşmaya unutmuştu oğlan, annesinin ne denli otoriter ve tartışılması güç biri olduğunu. Yine de açtı ağzını, yumdu gözünü.
"Biriyle görüşüyorsun, değil mi?"
"Jeongin," dedi annesi uyarır bir tonla, bu susması içindi.
"Herifin biri evime geliyor, oğlu benim iznim olmadan odama giriyor ve ben bunu o piçten öğreniyorum! Çünkü annemin beni bir yerine taktığı yok!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
daft punks | hyunin
Fanfiction[tamamlandı] "Bak kardeşim, ben ibne değilim. Haberin olsun." "Ben de değilim amına koyayım." -seunglix. -düzyazı.