1. BÖLÜM - PART 1

104 4 4
                                    

Uyandığım bu sabahın diğer sabahlardan hiçbir farkı yoktu aslında. Güneş aynı güneş, gök aynı gök, gün aynı gündü sadece. Gözlerimi kısarak, penceremden içeri vuran sabahın ilk ışıklarını izliyordum. Az önce ılık suyla aldığım duşun, gevşettiği bütün kaslarımın üzerimde yarattığı uyuşuk etkiyle öylece duruyordum. Karşımda mavi zaten kumaş gibi, üzerinde güneşin sarı yaldızlarının parladığı deniz boydan boya karşımda usulca dalgalanıyordu. Yüzüme vuran sarı güneş ışıklarından kendimi geri çekip, giysi dolabıma yöneldim. Üzerime bir kaç parça hafif kıyafetler seçmiştim likralı gri bir tayt, pembe uzun kollu ince bir penye ve kısa boğazlı beyaz çoraplar, ve hafif iç çamaşırları. Tüm seçtiğim kıyafetlerimi üzerime giydikten sonra saçlarımı iyice kurutup, biraz yağladıktan sonra, ensemde sıkı balerin topuzumu yapıp, çevresine pudra renginde ki kurdeleden bağlamıştım. Solgun duran ve yorgunluktan çöken göz altlarımın yüzümün üstüne sindirdiği çökmüş ifadeyi toparlamak için hafif bir ten makyajı yapıp, yanaklarıma pembe allık sürdüm. Bundan daha fazlası okuduğum bölümde sahne disiplini gereğince yasaktı. Son kez giysi dolabıma yönelerek oradan, bej renginde ki trençkotumu ve boynuma takmak için açık pembe renkte ki, ince kaşmir şalımı almıştım. Yerde duran büyük kıyafet çantamın içinde ki son eksikleri de kontrol ettikten sonra odamdan çıkmış bir alt kat'a indim. Basamakları her indiğimde avuç içlerimde gerginlikle terden sırılsıklam oluyordu. Babam kahvaltı sofrasında, elinde ki belgeleri kontrol edip, önünde ki küçük ekrandan bir şeyleri kontrol ediyordu. Usulca yaklaştığım kahvaltı sofrasına daha gölgem bile düşmeden, sesinde ki otoriteyle "Geç kaldın," dedi.

"Afedersin baba, son eksiklerimi kontrol etmiştim." O, sofrada sırtı bana dönük bir şekilde otururken, ben arkasında ellerim bağlı bir şekilde dikiliyordum. Kendince, ağzından hoşnut olmadığını belli eden bir homurtu ve derin bir nefes bırakınca ben de olduğum yerde dikilmekten vazgeçip elimde ki çanta ve ceketimi koltuğun üzerine bırakıp, masada ki yerime onu rahatsız etmeden yerleşmeye çalıştım. Tabağıma bir kaç parça meyve ve sebze, iki dilim yumurta ve biraz peynir almıştım. Tüm bunları yaparken olabildiğince sessiz ve temkinli olmaya dikkat ediyordum.

Sadece göz ucuyla ona baktığımda çatılmış kaşlarında ki sert ve otoriter ifadenin yüzünde bir an olsun bile yumuşamadığını ve dikkatlice bir şekilde elinde ki belgelere odaklandığını fark ettim. Gözünde ki numaralı ince çerçeveli gözlüğü burnunun ucunda duruyordu. Kahvesinden bir yudum aldı ve fincanını olabildiğince titiz bir şekilde yerine bıraktı. Üzerinden gelen traş losyonunun kokusu, tüm sofra üzerinden yayılıyordu. Koyu gri renkte ki takım elbisesinin içine, bembeyaz bir gömlek giymiş, takımıyla uyumlu bir de kravat takmış ve onu düzgünce bağlamıştı. Öyleki kravatı önünden sarkan keskin bir kılıca benziyordu. Annem karşımda sessizce oturuyor, elinde ki çay fincanından bir yudum alırken sanki bu masada bizimle değilmiş gibi görünüyordu. Belki de olmamayı tercih ediyordu. Onunla göz göze gelmeyi tercih ederdim, ama o burada bile değildi.

Babam elinde ki belgeleri, yanında ki dosyasına düzgün bir şekilde yerleştirip kenara kaldırmıştı. Sıranın bana geldiğini biliyordum. Gözünde ki gözlükleri de yavaşça yüzünden çekip çıkardığında, onları kutusunda ki bezle silip, tekrar yerine o şekilde kaldırmıştı.

"Derslerin nasıl gidiyor?" Sorusunu sorarken yüzüme bakmamış, tabağında kesmekle meşgul olduğu küçük domatesle ilgilenmişti.

"Çok iyi baba."

"Ne kadar iyi?" derken sesinde ki baskınlık üzerime de çökmüş gibiydi.

"Son sınavımdan doksan sekiz puan aldım."

Çatalıyla parçaladığı domatesi ağzına götürüp uzunca bir süre çiğnedi. Yutkunduktan sonra, elinde bir kırıntı varmış gibi parmaklarını silkeledi. Önünde duran beyaz kumaş peçeteyle dudağının kenarlarını hafifçe temizledikten sonra "Neden yüz değil?" diye sordu.

O noktadan sonra karnıma giren krampla, sessizce olduğum yerde yerime çekildim. "Elimden geleni yapıyorum," diye fısıldadım. Kahve fincanını eline alip duraksadıktan sonra gözleriyle bana bakmadan karşısında ki bir noktaya odaklanarak "Elinden gelenin daha iyisini yap," dediğinde görmeyeceğini bildiğim halde usulca başımı salladım.

"Peki baba."

"Sana sunduğum imkânların kıymetini bil," ardından ezici bir şekilde konuşmaya devam etti. "Bir de bu şekilde juilliard'a gitmeyi hayal ediyorsun öyle mi?"  Kahvesinden bir yudum daha içip, sofradan kalkıp gitmişti.

ARGOHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin