20. BÖLÜM

5 1 0
                                    

Oturduğum yer de çakılı kalmış gibi hissederken, gözlerimi Yiğit'ten alamıyordum. Ama bu kadar şaşkınlıkla ona bakmamın sonucunda, Çağlar ve Beste'nin de gözlerinin benim üzerimde olduğunu fark ederek durumu daha da garip bir hâle getirmeden masadan kalktım.

Adımlarım bir ileri gidiyorsa iki geri gidiyordu. Arkadaşlarımın bakışları ise sırtımı delip geçiyordu. Aklımda ki bir kırk soru, kuyruğu birbirine değmeden eteklerimde kurt gibi dolanıp duruyordu. Yiğit'in yaklaştıkça tek odak noktasının ben olduğumu görüyordum. Ama o çevremde erkek ve kadın herkesin odak noktası haline gelmişti. Kızlar ona bakıp, kendi aralarında gülümseyerek bir şeyler konuşup, ağır kahkahalar patlatırken. Erkekler eş zamanlı olarak daha şüpheli ve keskin bakışlarla onun varlığını inceliyordu.

Demir kapının arkasında, ona yaklaşmama birkaç adım kala o da ellerini cebinden çıkartıp bana doğru adım attı. Şaşkınlıkla "Burada ne işin var?" diye sorduğumda gülümsedi "Seni merak ettiğin bir yere götüreceğim."

Kaşlarımı çatarak anlamaz bakışlarımla ona baktım "Nereye, neyi merak ediyorum?"

Daha rahat bir ifadeyle "Sadece bana vaktinin olup olmadığını söyle, eğer belirli bir saat verirse seni tekrar o saate kadar yetiştiririm," dediğinde tüylerim ürperdi. Neden böyle davrandığını sorgularken, zihnimin meraklı bulanığından çıkan net bir soru dudaklarımdan döküldü.

"Kötü bir şey mi var?" Çünkü aklıma daha iyisi gelmiyordu.

Yiğit yüzümde nasıl bir ifade gördüyse, onunda yüzünden bir gölge geçip kararmıştı.

"Hayır, hayır Selin sen..." dedi tereddüt ederek. "Korkuyor musun?"

"Bu şekilde, seni aniden karşımda görürken nasıl iyi bir anlam çıkarabilirim? Üstelik burada okuduğumu nereden biliyorsun?"

"Antreman çantanda yazıyordu," düz bir şekilde. "Logosunu gördüm, ki biliyorsun ben zaten bu civarda ki bir restorantta kuryelik yapıyorum."

Söylediği cümlelerin netliği ve mantığıma yatması kısa bir an suskun kalmama sebep olmuştu. Ne diyeceğimi bilemeyerek, bakışlarımı kaçırmıştım sadece. Etrafımızda bizi izleyen meraklı bakışların sayısı giderek artarken, Beste ve Çağlar'a göz ucuyla bakmaya bile cesaret edemiyordum. Beste bana inanmıştı, ama Çağlar hâlâ büyük şüphe okyanusunda kulaç atmaya devam ediyordu. Dilerim ki doğruların kıyısına kolayca yaklaşamazdı.

"Ama burada olmayabilirdim," dedim daha sakin ve sitemkâr bir tonda. Yiğit tek kaşını kaldırıp bana baktı. "Sen mi?"
Bana daha fazla inanmadığını belli eden bir bakış atamazdı.

"Peki," dedim. "Nereye götüreceksin, sana göre neyi merak ediyorum ben?" Sesimde ki kinayeyi bastıramıyordum.

Elinde ki kalın deri motor eldivenlerine bakarken, "Neyi değil, daha doğrusu kimi diyebiliriz."

O an söylediği cümlenin alt mesajını anlamamıştım, ama zaten ben sormadan o bana çoktan okumuştu.
"Seni Demir Alp'in yanına götüreceğim."

Adını söyler söylemez, karnıma bir yumruk yemiş gibi olmuştum, midem volkan gibi taşmak istiyordu. "Neden?" diye fısıldadım sadece.

Gözleri uzak bir noktaya bakarken, daha kaygılı bir ifadeyle "Çünkü ikinizinde bunu yapmaya ihtiyacı var," dedi.

Anlamayarak "Nasıl?" diye sorduğumda, kendini olduğu yerde daha dik bir konuma getirdi. "Bazı şeyler yarım kaldı, konuşulmadı Selin. Doğal olarak bu kadar büyük bir şey hiç olmamış gibi öylece ne sen, ne de o devam edemezsin. Sen korku ve kaygı içindeyken, o da aynı şekil böyle yaşıyor. Sen merak edip aklında ki sorularla mücadele ederken, o da ediyor. Bir şeylerin netliğe kavuşması ve bir yüzleşme yaşanması lazım." Nefes almadan kurduğu cümlenin sonunda biraz duraksadı, gergin bir tavırla "Ha bir de o hayvan sana adam akıllı teşekkür etmedi."

Son söylediği cümleye istemsizce gülümsedim "Önemli değil yardım etmem gerekiyordu. Onu o halde ne kadar korkarsam korkayım bırakamazdım." Kollarımı önümde bağlayıp sordum "Sen olsan öyle yapamayacak mıydın sanki?"

Yiğit bana gözlerini kısarak baktı, bakışları ve ekşittiği yüzü resmen olumsuz konuşuyordu.

"Yapmaz mıydın?" diye sordum şaşkınlıkla.

Bu sefer bakışlarını yere eğip dudaklarını büktü. Hafifçe öksürüp, kendisine bakan kızlara arada göz kırpmıştı. Beni görmezden ve duymazdan gelmek için elinden geleni yapıyordu.

"Yapmazdın," dedim şaşkınlık ve hayret dolu bir ifadeyle.

Başını aniden kaldırıp bana baktı. "Yani Selin adam yüzünden Azrail'le burun buruna gelip, bir araba dolu dayak yesem, kaç kemiği kırılmış diye bakmaz bir de üstüne ben döverdim," dedi tepkili bir şekilde. Şaşkınlıkla bakmaya devam ediyordum. "Sen yine çok yüce gönüllüymüşsün, adamı sırtında taşıdın."

"Ciddi olamazsın," dedim.

"Çok ciddiyim," dedi komik bir tepkiyle. "Hatta dövdükten sonra iyileştirip, senin yüzünden hem dayak yedim, hem de kendine baktırıyorsun diye bir daha döverdim." Dışarıdan gören biri bizi tartışıyor sanırdı, ama sadece Yiğit'in olayı anlatma biçimi hem çok komik hem de tepkiliydi.

"O yüzden gel şimdi, şu gerizekalının beni de uğraştırdığı vicdanına bir su serp."

"Arabam Oto parkta," dediğimde itiraz etti.

"Ben götürüp getirsem daha iyi olur." Motorunun yanına gidip, arkasında ki büyük siyah sepetten bir kask daha çıkardı. Mor renkli kask göz alıcı duruyordu. Hatta dikkat ettim de, şu anki kulladığı motoru geçen sefer bindiği motorla aynı değildi. Şu anki çok daha havalı ve üst segment duruyordu. Üstünde Yamaha r25 yazıyordu. Sanırım modeli buydu. Erkeklerin kıskançlıkla dolu bakışlarını ya da kızların hayranlıkla karışık meraklarını anlayabiliyordum. Yiğit çevremizde bulunan tüm erkeklerden farklı olduğunu sadece görünüş olarak değil, tavır ve hareket olarak da belli ediyordu. Okul kapısının diğer tarafında ki demir kapıyı açıp dışarı çıktım. Tereddütle motorun arkasına binip, Yiğit'in bana uzattığı kaskı taktım. Kaskı başıma geçirmeden önce, Çağlar ve Beste'ye son bir bakış attığımda, Beste'nin şaşkınlıkla dolu gülümsemesini ve Çağlar'ın masadan hızla ayağa kalkıp bize dopru geldiğini gördüm. Kaskını başına geçirip, görüş kısmını açan Yiğit'te Çağlar'ı fark etmişti. İlk önce ona keskin bir bakış attı, sonra bana sağ omzunun üzerinden bakış atarak, kaskının içinden boğuk bir sesle sordu. "Hazır mısın?"

"Fark eder mi?" dedim kaskın pencere kısmını indirirken.

Gülümsediğini kısılan gözlerinden anlamıştım. "Sıkı tutun."










ARGOHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin