2. BÖLÜM

50 4 2
                                    

Akşamın karanlığı usulca geceye evrilirken, arabada ki tüm yolculuğumuz sessizce geçmişti. Demir'in hali çok iyi görünmese bile, kendini yeni yeni toparlayama başlamıştı. Bazen ben ona çaktırmadan bakıyordum bazen o bana. Hatta onun arada takılı kaldığı halleri de oluyordu. İkimizinde aklında olan merak ettiği, sormak istediği ama aynı zamanda tereddüt ettiği bir sürü sorular vardı. Neyden bu kadar çekiniyorduk bilmiyorum. Belki de ikimizde sadece yaşadığımız bu olayın şokunu atlatmak için bir süre sessiz kalmayı tercih ediyorduk.

Direksiyonu titremesi yavaş yavaş geçen ellerimin arasında döndürürken, Demir'in "Şu sokaktan sola döneceğiz," diyen kırık ve yorgun sesini duydum. Ona, ilk arabaya bindirmek için yardımcı olmaya çalıştığımda, kalbinin şiddetle atan varlığının kendi bedenime kadar ulaştığını hissetmiştim.

"Pekala," diyerek direksiyonu sola kırmış ve dümdüz ilerlemeye devam etmiştim. Ona yan bir bakış atıp bakmaya çalıştığımda göz göze gelmiş, sonra aniden ikimizde tekrar önümüze bakmaya devam etmiştik.

"Şu köşede ki apartman," dedi işaret parmağıyla ileriyi gösterirken.
Onun gösterdiği apartmanın önünde arabayı durdurup park ettiğimde, ön camdan dışarı bakıp, biraz eski bir yapıya beş katlı apartmanı inceledim.

Arabayı park edince ikimizde birkaç saniye araçta soluklanıp öylece konuşmadan kalmıştık. Ellerimle yüzümü kapatıp başımı koltuğa yaslarken, yüzümü ovalayıp derin bir nefes verdim. Demir'e baktığımda ise, başını eline, dirseğini ise cama yaslayıp bir noktaya derince dalarak düşünüyor olduğunu gördüm. Siyah kaşları çatılmış, bakışları iyice keskinleşmişti. Ona nasıl sesleneceğimi bilemez şekilde bakıp "Daha iyi misin?" diye sordum. Aslında sadece onunla konuşmak için ortaya koyduğum bir zarftı bu. Ona nasıl yakalaşacağımı bilemiyordum çünkü.

Ellerini koyu renk saçlarının arasından, derin bir nefes verdikten sonra "Evet," dedi. Ancak benimle konuşurken asla yüzüme bakmıyordu. Hatta bakmamak için daha çok çabalar gibi bir hali vardı, sanki beni görmezden gelmeye çalışıyordu. Ne yapacağımı bilemez halde, elim kapı koluna uzanıp açtı. O sırada onun gecenin için buhar olup belli belirsiz kulağıma vuran sesini duydum.

"Her şey için teşekkür ederim."

Ona son kez bakıp hafifce tebessüm ettim. Her ne kadar hâlâ bana bakmasa ve bunu görmeyeceğini biliyor olsam bile.

"Teşekküre gerek yok," dedim bir çırpıda "Her ikimiz içinde korkunç bir akşamdı." Ona baktığımda, başı öne eğik bir şekilde usulca kafasını sallayarak beni onayladığını fark ettim. Araçtan dışarı çıkıp kapıyı kapattığımda, o da ön koltuktan ayrılıyordu ama hareketlerinde, aldığı darbelerin onda yarattığı aksaklığı görebiliyordum. Arabadan inmekte güçlük çekiyordu. Aracın ön tarafından topallayarak yanına gidip, rahatça inmesi için kapıyı tuttum. İlk başta ne yaptığıma anlam veremeyen gözleriyle bana baktı ama bir şey söylemedi. Kolumu ona doğru tutunması için uzattığımda "Ben hallederim," diyerek itiraz etti ancak ona hemen karşı çıkmıştım. "Kötü bir haldesin tutun bana."

Yüzüme sanki ciddi olup olmadığımı sorgularcasına bakıyordu. "Hadi," diyerek üsteledim. "Diğer türlü içim asla rahat etmeyecek çünkü."

Turuncu sokak lambasının yüzüne vuran ışığı altında gözleriyle beni birkaç saniye boyunca izledi. O an karnıma bir yumrunun saplandığını hissettim. Yanaklarıma yığılan ekşi bir su yığılmasıyla birlikte, mide bulantısı hissediyordum. Ancak ne hastaydım ne de midemi bozmuştum. Bu his heyecanlandığımda başıma gelen bir tür bedensel bir tepkimeydi. Yükselen vücut ısımla birlikte, nabzımda hızlanırken ayağım yerden kayıp gidiyormuş gibi hissediyordum. Bu sefer ondan gözlerini kaçırıp, bakmamak için direnme savaşı veren taraf ben olmuştum. O ise uzattığım elimi ilk önce kavrayarak tutmuş, sonra tuttuğu elimi bırakıp, diğer omzuma uzanıp tutunana kadar elini kolumdan yukarı yavaşça ilerletmişti. Eli omzuma geldiğinde orada durup sıkıca tutunmuştu. Her ne kadar benden destek almaya çalışıyormuş gibi görünse de aslında ağırlığını bile vermiyordu.

ARGOHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin