BÖLÜM 28:KURU VE KIRILGAN

95 1 1
                                    

İnsanlar gün gelir gemilerini yakar ve geri dönmezler. Bu kadar...                          

                                                                                  Dostoyevski

''Bugün dedemle hiç konuşmadık.''

''Neden?''

''Önemli bir işle meşguldü, benden daha önemli ne işiyse artık.''

''Öyle deme, belki gerçekten önemlidir.'' Göz bebekleri yeniden okyanusu taradı. Bu konuyu açan oydu ama sanki şimdi de kapatmak istiyordu. Uzun zamandır sohbetlerimiz sıkıcı olmaya başlamıştı, koskoca hayatımızda konuşacak tek kelime bulamıyorduk. Konuşmaktansa yürümek, okyanusun mavisini izleyip dalgaların sesini dinlemek daha karlı bir iş gibiydi sanki. Belki de birbirimizin her şeyini bildiğimiz için konuşamıyorduk, bir iki cümleyle bitiveriyordu konu. Artık birbirimizle konuşmadan da anlaşabiliyorduk, sadece susarak... Çok uzun zamandan beri aynı rüyayı görüyoruz.

       Aniden omzumda hissettiğim bir dürtüyle uyandım. Yeniden hastanenin o kasvetli ortamına açmıştım gözlerimi, babam neredeyse bir haftadır yoğun bakımdaydı. Durumunun ciddiyetinin farkındaydım, her ne kadar doktorlar bir şey söylemeseler de. Beni dürterek uyandıran bir hemşireydi.

''Baban seni çağırmamı istedi.''

''Bir şey mi oldu?'' bilmediğini belli etmek amacıyla dudağını büzdü. Ardından oturduğum koltuktan kalktım ve babamın o bol kablolu odasının yolunu tuttum. Odaya girdiğimde babam uyanmış ve öylece oturur vaziyette beni bekliyordu.

''Baba?''

''Gel kızım.'' Babamın yatağının yanındaki koltuğa oturdum.

''Baba önemli bir şey mi var?'' babam elinde tozpembe bir zarf tutuyordu ve baba doğru uzattı.

''Bu mektubu ben ölünce okumanı istiyorum.''

''Nedir bu?''

''Ne olduğunu ben öldükten sonra öğrenirsin.''

''Şu lanet kelimeyi ağzımıza almayacağımıza dair bir söz vermiştik!'' kaşlarımı çatmıştım yine, bu onu son azarlayışımmış, bilmiyordum.

''Arin, geleceğin için endişelenme kızım, yalnız kalmayacağına emin olabilirsin. Zarfta çok önemli şeyler var.''

''Mektup yazacağına niçin doğrudan söyleyemiyorsun?''

''Ben hasta bir adamım kızım, tüm bunları sana anlatacak gücüm yok.''

''Peki baba. Sen nasıl istersen...''

        Babam ertesi gün aniden hayata gözlerini yumdu. O gün hiç rüya görmemiştim. Cenaze işlemlerini Levent Bey halletti. Aslında bize göre biraz fazla kalabalık bir cenaze töreniydi. Tanımadığım bir sürü insan vardı babamın mezarına toprak atan. Gözlerim yaşlar yüzünden buğulanmıştı, yüzümün kuruduğunu hissediyordum. Sonbaharda yere düşen bir yaprak gibi kupkuru ve kırılgan. Yüzleri bile doğru düzgün seçemiyordum, yanımda İlke ve Bade vardı. Tam karşımda Çağrı ve babası, onların yanında Armen ve Kaan... Yaşlı, bastonlu bir adam ve birkaç adamı vardı. Adamın bir süre bana baktığını gördüm. O kadar mı perişandım, bundan doğal ne olabilirdi ki? Babamı kaybetmiştim, düzenim alt üst olmuştu. Şimdi kendime yeni bir sayfa açıp hayatıma devam etmeliydim, bu başta imkansız gibi görünecekti ama sonra alışacaktım, öyle söylemişti Aras son konuşmamızda. Dualar okunduktan sonra herkes halama ve bana baş sağlığı dilediler. Babamın mezarında bir sürü çiçek vardı, rengarenk. Tam bir renk cümbüşü... elimde küçük bir kavanoz vardı. Çok eskiden bir klipte gördüğümü anımsadım ama o klipteki kız annesini mi kaybetmişti yoksa? Elimdeki kavanoza babamın mezarından bir avuç toprak alıp içine koydum. Bunu bir saksıya koyacaktım. Halamla beraber bizim eve gittik, ben eve girer girmez ilk iş olarak odama gittim. Çalışma masama oturdum ve çekmecemden babamın bana yazdığı o mektubu elime aldım. Dışını biraz inceledikten sonra zarfı yırttım ve içindeki kağıdı çıkarıp okumaya başladım:

Sevgili kızım Arin,

       

 Sen bu mektubu okuduğuna göre artık ben ölü bir adamım. Seni bu hayatta yapayalnız bırakmak istemezdim kızım ama merak etme yalnız değilsin. Annenin babası hayatta ve ağabeyin. Deden sana sahip çıkacak kızım. Ağabeyine gelince, onun yaşadığını ben de bilmiyordum, yeni öğrendim. En iyisi sana hikayeyi en başından anlatmak kızım.

       Bizim annenle evlenmemize deden karşı çıkmıştı fakat tüm zorluklara rağmen annenle evlendik. İlk çocuğumuzun cinsiyeti erkekti ve ona dedenin ismini verecektik. Belki dedenle aramız düzelir diye annenle dedenin ve ananenin evine gittik ama affetmedi. Biz gittikten sonra ananenin kalp krizi geçirdiğini öğrendik, vefat etmişti. Annenin erken doğum sancısı tuttu hastaneye gittik. Annenin sancıları arttığı için doğumhaneye aldılar onu. Burcu çok zorlu bir doğumdan sonra normal odaya alındı. Doktor odaya geldi ve bize bebeğimizin öldüğünü söyledi. Şimdi öğrendim ki meğer o gün oğlumuz ölmemiş deden onu bizden almış, bebeğimizi o yetiştirmiş. Aslında düşününce, belki de iyi yapmış diyorum. Ona bizim sunamayacağımız güzellikte bir hayat sunmuş. Aradan iki yıl geçtikten sonra Burcu seni doğurdu. Dedenin senden haberi yoktu çünkü biz sen doğduktan sonra kısa bir süre Balıkesir'deydik. Daha sonra tekrar İstanbul'a geldik. Bir gün deden ben yokken eve gelmiş, seni de alacakken Burcu fark etmiş. Dedenin peşinden koşmuş ve yolun ortasında hızla gelen bir arabanın altında kalmış. Annen seni doğururken ölmedi Arin. Ben öldükten sonra deden seni alacak ve abinin yanına, ait olduğun yere götürecek. Sakın ona karşı çıkma Arin! Benim için, annenin hatırı için kızım... Senin de abin gibi güzel bir geleceğe sahip olman dileğiyle...

Baban.

Benim bir abim mi var? Ve bir dedem... Halam her şeyi biliyor olacak ki odama bir valizle geldi. Benim valizimdi bu, yanında da babamın cenazesinde gördüğüm yaşlı, bastonlu adam. Sanırım benim dedem...

PAHALI  MUTLULUKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin