14. BÖLÜM: GECE KARASI

57 4 35
                                    

  Yıllara yayılmış bir hasretin örtüsünü havalandıran hoyrat rüzgârlardı. Günlerce kendime gelememiştim. O makus talihin kötü oyunundan sonra, bu oldukça zordu. Yemeden, içmeden, konuşamadan geçirdiğim bir kaç günün ardından Alaz, kendimi daha iyi hissederim belki diye hem Sare'yi hem de bir süre sonra nasıl becerdiyse görüşme günüm olmamasına rağmen kızımı eve getirmişti. Öncesinde herkes bu adi hatıranın bir ucundan tutmuş üzerimdeki etkisinden beni kurtarmaya çalışıyordu.

  Zaman her şeye çareydi... ama ben annemin kollarında ancak iyileşirdim. Ona duyduğum özlemin bu duruma hiç yardımı dokunmuyordu. Büyüyüp anne de olsam ihtiyaç duyduğum şey bana gösterilecek anne şefkatiydi. Ne yazık ki ben bundan yıllardır mahrumdum. En çok buna ağladım ama Alaz da dahil herkes yaşadığım travmadan dolayı sandı. Ve bir noktada Alaz pes etti ve son kozunu kullandı... İnci... o buradayken ağlamayıp normal davranacağımı çok iyi biliyordu. Öyle de oldu. İnci herşeyden habersizdi yine de mucizesiyle bütün yaralarım onunla iyileşti. Yeniden ilk kez gülümsediğimde gözlerimin kesiştiği kişi Alaz'dı, gözlerinden gelip geçen yorgun pırıltı sevindiğinin tek işaretiydi.

Bu andan sonrası ufak ufak kendimi toparlamak için attığım adımlardı. Bu süre boyunca Alaz bir görünüp bir kayboluyordu. Yine o kaybolduğu günlerden biriydi. Bu seferki bahanesi Çin'den gelen yeni iş ortaklarıyla yapacağı çok önemli toplantıydı. Ama bir şeyden çok emindim. Ne kadar önemli olursa olsun hiç bir toplantı bir gün ve bir gece uzunluğunda olamazdı.

Sahilde beni korumaya hayatını adamış on sekiz korumayla nasıl yürüyebilirsem öyle yürüyordum. Aslında basit bir yürüyüş olmalıydı ama hayır... beni korumak için eli belindeki silahta, gözleri etrafta gerginlikle dolaşan on sekiz adamla elbette bu basit bir yürüyüş olmamıştı. Sıkılıp eve dönmeye karar verdim. 

Evin kapısına yaklaştığımda görünen araç Alaz'ın aracıydı. Adımlarımı hızlandırdım. Yaklaştığımda hissettiğim öfkeden yüzüm yanıyordu.
"Neredesin sen?!"
"Sana da merhaba Firuze, iyiyim ya sen nasılsın?!"
Alaz bunları söylerken son derece asabi görünüyordu. Uyumadığı aşikardı. Gözlerinin altı çökmüştü ve darmadağındı görüntüsü. Üstüne gitmemeliydim belki ama o işler öyle yürümüyordu.
"Üzgünüm ama koca bir gün ve gece boyunca ortalarda olmayışın bu basit soruları es geçmemi gerektiriyor. Konuşmamız lazım Alaz..."
Derin bir nefes çekti göğsündeki her bir kas kütlesinin usulca yer değiştirişini izlemem gerekmişti.

Bu noktaya nasıl geldiğimizi düşünmek istiyordum ama Alaz'ın manşetleri katlı açık mavi gömleği, gece karası gözleri ve gerginlikten damarları belirginleşen kolları buna engeldi...

"Bana bir saat ver! Sonra konuşacağız."
Kaşlarımı çattım. Bir saat bana şu anda ömrümden daha uzun geliyordu.
"Hayır, şimdi konuşacağız sonra istediğin bütün saatler senin olabilir." Bakışlarında yumuşak bir şey vardı. Belki şefkat belki de aşk... ama bu onunla inatlaştığım anda değişebilen bir bakıştı. Şimdi de öyle oldu, bir güç savaşının içine düşmüştük sanki...
"Bir saat sonra dedim Firuze!" dedi ve beni bahçede bırakıp arkasını dönüp gitti. Dudaklarımı sarkıttım ve verandada yer alan küçük bankta bir saatin geçmesini bekledim.
<>¤<>¤<>¤<>
Tık tık tık.
Bir an süren sessizlikten sonra hırçın sesinin boğuk tınısı ulaştı kulağıma.
"Gel"
Biraz çekingence içeriye girdim.
"Çok dakiksin bugün?"
"Arkasına sığınacağın dakikaların tükendi diye mi böyle diyorsun?"
"Bir şeyler içmek ister misin, gergin gibisin?" Gibisi fazlaydı ama yine de gülümsedim.
"Hayır  teşekkür ederim ama artık konuşabilir miyiz?"
Ellerini masanın üzerinde birleştirip arkasına yaslandı, başını koltuğuna yasladı ve bakışlarını bana dikti. Bana bakan gözleri sanki mümkünmüş gibi bir ton daha koyulaştı.
"Seni dinliyorum, konuşalım hadi." Bu tavrı,bu bakışları savaşa hazır, savunma haliydi onun. Bu savaştan sağ çıkmak istiyorsam gardını indirmeliydi. Çünkü soracağım soru içinde bir kasırgayı gizlemiş olabilirdi.

EKRU: Kan KoyusuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin