"İnsan; geçmişin hasretçisi, geleceğin özlemcisi, yaşadığı anın şikâyetçisidir."
- Charles BukowskiOkuduktan sonra hafızamda yer edinen bir cümle olmuştu bu. Her zaman geçmişe dönmek isterdim, geleceği görmek o kadar da merak uyandırmazdı.
Sonuçta gelecekti, ama geçmiş? Geçmişte yaşananlar, kişiler..
Bazıları geri gelemeyecek kadar çok uzağa giderken, hayatımın belki de en mutlu anları o zamanlarda kalmıştı.
Yaşadığım ana gelince, bir masalın içindeymişim gibi hissettiren dostlarım ve o vardı.
Attığı son mesajdan sonra cevap verememiştim, verecek bir cevabım yoktu. Benim ona anca teşekkürüm olurdu, özür dileyecek bir şey yapmazdım, yaptırmazdı...
Yarı açık olan penceremden yüzüme yansıyan güneş ışınlarına inatla gözlerimi biraz daha kapatmayı denedim. Bugün işe koşar adım gidemezdim.
Ama olmuyordu, üzerimde hissettiğim o görünmez güç kollarımdan tutup çekiyordu sanki tüm bedenimi.
Önce bacaklarımı yere değdirip ayağa kalktım, gün daha yeni başlıyordu. Artık alıştığım için erken de uyanıyordum.
İpek ve Ecem hala uyuyordu, onları uyandırmadan sessizce bir kahvaltı hazırladım. Bugün tek başıma yürümek istiyordum, kahvaltıyı edince bir not bırakıp evden çıktım.
Hava artık bahar gelmeye başladığı için ısınıyordu, alerjim olduğunu hesaba katmazsak oldukça güzel havalardı.
Çiçeklerin polenleri arada sırada hapşırmama sebep olsa da keyifli bir yürüyüşün ardından revire gelmiştim.
Kaya ve Berker revire yakın bir alanda sohbet ediyordu, gülümseyerek bir baş selamı verdim.
İkisi de başını eğerek beni selamlarken odama girmiştim. Bugün albayın dediğine göre bir asker gelecekti. Yaklaşık iki hafta sürecek bir tedavisi vardı.
Önlüğümü giydikten sonra koltuğuma oturup biriken raporları doldurmaya başladım. Evde havanın soğuk olduğunu düşündüğüm için kalın bir kazak giymiştim. Terlediğimi hissedince kazağı çıkarmaya karar verip kollarımdan geçirdim.
Tam o an kapım açılmıştı, kazağın boyun kısmından gelenin kim olduğunu gördüğümde hızlıca koltuğun üzerine fırlatırcasına attım elimde ki kazağı.
Başında bordo beresi, üzerinde üniforması ile Komutan karşımdaydı. Beresinden görünen küçük saç tutamlarından anladığıma göre yeni banyo yapmıştı. Hala ıslak görünüyordu.
"Ulaş Selim Karacalı, Emredin Komutanım," dedi yüzünde ki gülümseme büyürken.
Sanki karşısında bir komutan varmış gibi hazır ola geçip bir elini alnına götürmüştü.
"Benden de mi emir alıyorsun, herkese özel bir durum mu bu?"
Rahat konumuna geçip yanıma geldi. Gerçekten bu soruyu sorup sormadığımdan emin olmak istercesine yüzümü inceledi.
"Sence Efsun? Herkesten emir alan bir tipe mi benziyorum?"
Benzemiyordu tabii ama bir anda karşımda onu görmeyi de beklemiyordum. Bir de yine aynı saatte, saat tam 10.00 da..
"Hayır, benzemiyorsun da dün artık tedavi bitti diye konuşmuştuk?"
Başını geriye çevirip kapının üzerinde duran küçük saate baktı. Vakti varmış gibi rahat bir şekilde koltuklardan birine oturdu.
O yerine geçerken ben de Ecemden iki Türk kahvesi istemiştim.
Ecem çöpçatan bir bakış atarak yüzümü kızarttıktan sonra odadan çıkmasıyla tekrardan başbaşa kalmıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsun
RandomAşkta ve savaşta her yol mübahtı, peki ya aşk savaşında? Efsun kızlar güzel olmazdı, büyüleyici olurdu. Peki sen Efsun, sen neden iflah olmaz derecede büyüleyicisin? Ulaş Selim Karacalı'nın bir çift yeşil göze esir düşme hikayesi...