Şeila'ya ithafen;
Kaybolmuş düşlerin peşinde, sessiz çığlıklar attım.
Bir vedanın gölgesinde, yalnızlığa mahkum kaldım.
Hayatın sahte yüzüyle, her an bir yara aldım,
Yitip giden umutlar içinde, acı gerçeklerle yandım..Unutulmuş rüyaların izinde, karanlıkta yol buldum.
Kırık dökük hatıralarda, yeniden hayal kurdum.
Zamanın acımasız eliyle, savrulup durdum,
Kaybettiğim sevgiyle, her gün bir daha vuruldum..Mağaranın derinliklerinden fırlayan bir çocuk cesedi, ansızın Enel ve Hanna'nın önüne düştü. Hanna ve Enel, hayatlarının şokunu yaşadıkları anın etkisi altında donmuş gibiydiler. Gördükleri şey, gözleri oyulmuş ufak bir kız çocuğunun cansız bedeniydi. Ancak bu ceset, onların dünyasında sadece bir kurban değildi; bu, Şeila'nın cesediydi.
Hanna'nın gözleri cesede kilitlenmişti. Şeila'nın küçük bedeni, ay ışığının soğuk parıltısında, gerçeğin acımasız yüzünü sergiliyordu. Hanna'nın kalbi, bu manzarayla birlikte parçalanmış gibiydi. Gözleri dolarken, boğazında bir düğüm oluştu. İçindeki tüm enerjiyi kaybetmiş gibi hissediyordu, dizleri titredi ve yere çöktü. Gözyaşları istemsizce yanaklarından süzülmeye başladı. "Olamaz..." dedi.
Enel ise, cesede öylece Şeila'nın cesedine bakıyordu. Birden gözlerinin önüne o küçük kızın kahvaltıdaki halleri ve o küçük yaşta çektiği acılar canlandı. Kalbi ağır ağır çarparken, sanki göğsünde büyük bir ağırlık vardı. Kendisini toparladı, derin bir nefes alarak ayağa kalktı. Yumruklarını sıktı, kasları gerildi. Kalbinin atışları hızlandı, içindeki adrenalin dalgası tüm vücuduna yayıldı. " Yuuuuuraaaaaaa!" Diye haykırdı. " Bitir şu saçmalığı artık!" Demesiyle dizlerinin üstüne çöktü. "Bu kadarı fazla.." diye fısıldadı.
O an, sanki doğa da bu acıya karşılık veriyormuş gibi, gökyüzünde toplanan kara bulutlar ay ışığını örtmeye başladı. İlk yağmur damlaları ağır ve soğuk bir şekilde yere düşerken, cesedin üzerinde yankılanan sesler, atmosferi daha da kasvetli hale getiriyordu. Her bir damla, Hanna ve Enel'in yorgun ruhlarına bir ağırlık daha ekliyor gibiydi. Yağmur, kasabanın karanlık sokaklarını yıkarken, gözyaşları ve yağmur damlaları birbirine karışıyordu.
Karanlıktan sessizliği bozan, ürkütücü bir ses yankılandı.
"O küçücük çocuğu öldürmeden önce korkusuzca bana baktığına inanabiliyor musunuz? İnsanoğlu her seferinde şaşırtıyor beni!" Sesin sahibi, karanlığın içinden soğuk ve acımasız bir kahkaha patlattı.
Bu ses, Hanna ve Enel'in kulaklarında yankılanırken, ikisi de refleks olarak sesin geldiği yöne doğru baktılar. Gözleri, karanlığın içinde beliren silüeti görür görmez genişledi. Kalpleri hızla çarpmaya başladı. Silüet, yağmurun altında tehditkar bir şekilde yavaşça belirginleşiyordu.
Enel'in nefesi hızlanırken, içindeki öfke yeniden alevlendi. "Sen...!" diye fısıldadı, yumruklarını sıkarak.
Hanna, dizlerinin üstünde güçlükle doğruldu, gözlerindeki yaşlar ve yağmur damlaları yüzünden aşağı süzülüyordu. "Bu olamaz.." diye mırıldandı.
Karanlıktan beliren silüet, Hyasa'nın ta kendisiydi. Gözündeki bağlı bez hala yerindeydi, sanki görüyormuş gibi bakıyordu. Hyasa'nın dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. Donuk bir ifadeyle konuştu, "Hyasa..." dedi, sesi yağmurun altında yankılandı. Kısa bir sessizlikten sonra devam etti, "Bedenine sahip olduğum çocuğun ismiydi bu sanırım."
İki elini yüzünün hizasına kaldırdı, gözlerinde ki bez parçasının arkasından sanki görüyormuş gibi inceliyordu. "Benim için yaratılmış mükemmel bir bedendi neredeyse... sanırım bunun sebebi, damarlarında bir jeagerın kanı olmasıydı. Evcil hayvanlarım tadını çok beğenmişti," dedi, dudaklarında acımasız bir gülümseme belirirken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jeager: Adaletin İki Yüzü
Science FictionGerçek bir Jeager, savaş meydanında doğar, burada şekillenir ve burada ölür.