Orman, karanlığın altında nefes alıyormuş gibi, canlı ve tehlikeli bir atmosfere bürünmüştü. Ay, kara bulutların ardında gizlenirken, sadece arada bir yüzünü göstererek ormanın içine soluk bir ışık hüzmesi bırakıyordu. Her şey, sanki Enel'i durdurmak için komplo kurmuş gibiydi. Rüzgar ağaç dallarını usulca sallıyor, yaprakların hışırtısı ve uzaklardan gelen baykuş sesleri, ormanın karanlığını daha da derinleştiriyordu. Enel, gölgelerin içinde bir hayalet gibi hareket ediyordu; Sebastian ve adamlarının peşindeydi, gözlerini onlardan bir an bile ayırmadan.
Sebastian'ın adamları, zincire vurulmuş, küçük bir çocuğu aralarına almış çekerek götürüyorlardı. Çocuğun sessiz gözyaşları, ormanın karanlığına akıyordu. Bir çığlık atacak gibi oluyordu, fakat yaşadığı dehşet sanki onu dilsiz bırakmış gibi bastırıyordu.
Enel, çocuğun korku dolu yüzünü her gördüğünde içindeki öfke daha da büyüyordu, ancak kendini dizginlemek zorundaydı. "Sebastian..." diye geçirdi içinden, dişlerini sıkarak. "Bugün, o kirli ellerinle kurduğun bu karanlık düzenin bedelini ödeyeceksin." Fakat öfkesinin, sabrını gölgede bırakmasına izin veremezdi. "Doğru anı bekle, Enel. Gidecekleri yere kadar sabret..."
Ormanın sessizliği bir an için bozuldu, Enel'in attığı yanlış bir adım, kuru bir dalı çıtırdattı. Sebastian'ın adamlarından biri irkilerek durdu, elindeki tüfeği kaldırdı ve gözleriyle karanlığı taradı. "Bir şey mi duydun?" diye fısıldadı diğeri, gerginlikle silahına sarılarak.
Adam başını salladı. "Etrafta biri var..." Sesinde tedirgin bir şüphe vardı.
Enel, nefesini bile tutarak gölgelerin arasına çekildi, adeta ormanın kendisi olmuştu. Sebastian, sinirle arkasını döndü, sabırsız bir el hareketiyle adamlarına emir verdi. "Ne halt ediyorsunuz!? O veledi hemen susturun yoksa oraya gelirsem tüm dişlerini sökerim!"
Adamlarından biri, çocuğa acımasızca bir tokat attı. "Ağlamayı kes çocuk! Tüm gece senin yüzünden ayakta kaldığımız yetmiyor bir de ağlamalarını çekiyoruz!"
Çocuğun minik yüzünde beliren acı, Enel'in içinde bir öfke dalgası koparmıştı.
"Bu şerefsizler.. kalpleri o kadar kararmış ki.. yaptıkları kötülük sanki çocuğun suçuymuş gibi konuşuyorlar.. " diye düşündü, içindeki öfkeyi yutarak. "Şimdi harekete geçersem, hepsi mahvolur. Sadece... sabret. O an geldiğinde, bu kabusu sona erdireceksin." Gözlerini çocuğun gözlerinden ayırmadı. "Dayan, küçük adam. Seni kurtaracağım."
Sebastian ve adamları, çocuğu sürükleyerek ormanın daha derinlerine doğru ilerlemeye devam ediyorlardı. Yavaş yavaş ağaçlar seyreliyor, ormanın gölgeleri daha koyu ve tehditkar hale geliyordu. Sonunda geniş bir açıklığa geldiklerinde Enel, gördüğü manzara karşısında dehşete kapılmıştı. Gözleri, gördüklerini zihnine kazırken neredeyse nefes almayı unutmuştu.
Ormanın derinliklerindeki bu açıklık, tüyler ürpertici bir manzaraya sahne oluyordu. Yaklaşık bir düzine maskeli ve siyah cübbeli adam, devasa bir ateş çemberinin etrafında dizilmişlerdi. Yüzleri gizemli maskelerle örtülüydü, her biri hareket etmeksizin şeytani bir ayinin parçası gibi duruyordu. Ateşin alevleri, ormanın karanlığını yalayarak titrek gölgeler oluşturuyordu. Alevlerin ışıltısı ise maskeli figürlerin cübbelerinde oynaşıyor, gölgeleri sanki canlıymış gibi kıpırdatıyordu.
Ortadaki ateş, kükürtle karışık, boğucu bir yanık kokusu yayıyordu. Turuncu ve kırmızı alevler karanlığa meydan okuyarak yükseliyor, sanki şeytani bir ruhun dışa vurumu gibi parlıyordu. Etrafında, toprağa kazınmış mistik semboller parıldıyor, sanki eski ve unutulmuş büyülerin yankısını taşıyorlardı. Maskeli adamlar, kollarını gökyüzüne doğru kaldırmış, derin ve uğursuz bir sesle bir şeyler mırıldanıyordu. Kelimeleri anlaşılmıyor ama uğursuzlukları her hecede hissediliyordu; ormanın her köşesine sızan bu fısıltı, Enel'in tüylerini diken diken ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jeager: Adaletin İki Yüzü
Science FictionGerçek bir Jeager, savaş meydanında doğar, burada şekillenir ve burada ölür.