Asteria Komuta Merkezi, loş ışıklar altında adeta bir mezarlık sessizliğiyle boğulmuştu. Devasa ekranlardan tüm olaylar canlı bir kâbus gibi akarken, odadaki gergin hava nefes almayı bile zorlaştırıyordu. Merkezin kalbinde yer alan dev ekran, Koums'un son savaşı ve trajik ölümünü acımasız bir netlikle gösteriyordu. İnsanlar ekrana kilitlenmiş, büyük bir dehşetin tanığı olmaktan başka bir şey yapamıyordu.
Komutan Haru, elleriyle masanın kenarını sıkıca tutmuş, ekrana kilitlenmiş gözlerle bakıyordu. Yüzü, acımasız bir gerçeklikle burun buruna gelmiş bir savaşçının ifadesini taşıyordu. Koums'un, Kaptan diye seslendiği kişi ise efsane jeager Kanabi Jayd idi. binlerce yıllık dostu ve öğrencisi Koums'un ölümünü izlerken, ateş saçan gözleriyle ekrana bakarak donakalmıştı. Koums, onun yanında eğitim almış, sayısız savaşa birlikte katılmışlardı. Şimdi ise gözleri önünde maskeli bir varlığın elinde aşağılayıcı bir şekilde can vermişti.. gözlerinde parlayan öfke ve yasla birlikte, yaşanan bu kaybın ağırlığını omuzlarında hissediyordu. İçindeki volkanın patlamasına izin veremezdi; görev bilinci ve disiplini onu frenliyordu. Ani bir hareketle komuta merkezinden hızla ayrılırken Profesör Elara, gözleri büyümüş, yüzü korku ve şaşkınlıkla dolmuş bir şekilde ekrana bakıyordu. Koums'un son anlarını izlerken, bedeni adeta donmuştu. Yaşanan olayların dehşeti, zihninde yankılanıyordu. "Kehanet.. gerçek! Ne yaptım ben böyle!"
Komutan Haru, ateş saçan gözleriyle ekrana bakarken, öfkesini artık daha fazla içinde tutamıyordu. Yüzü, yaşadığı kaybın ve öfkenin izleriyle dolmuştu. Ellerini masanın kenarına öyle bir bastırdı ki, odadaki hava adeta titredi. Göğsünden yükselen öfke, tüm odaya yayılmıştı. "Bana bu aşağılık varlıkların hangi delikten geldiğini söyleyecek kimse yok mu?! Bir Jeager'ı küçük düşürmenin ne demek olduğunu o şerefsizlere göstereceğim!"
Haru'nun öfkesiyle yankılanan sesin ardından derin bir sessizlik çökmüştü. Herkes,efsane komutanların patlamasını sindirmeye çalışırken, odadaki gerilim daha da yoğunlaşmıştı. Haru'nun yüzü kızarmış, gözlerindeki ateş hiç sönmeyecekmiş gibi parlamıştı.
Tam o sırada, arkadan yankılanan bir ses o yoğun sessizliği yırtarak bozdu. "Onlar, Tark! Başkomutan Haru!"
Haru ve komuta merkezindekiler, bu beklenmedik açıklamanın sahibini görmek için başlarını hızla çevirdiklerinde, karşılarında Asteria'nın en tanınmış bilim adamlarından Acarion'u buldular. Yaşına rağmen hâlâ dimdik ayakta duran bu adam, zamanın yıpratamadığı bir enerjiyle doluydu. Uzun ve ince yapısı, bilgeliğin ağırlığını taşıyan sert bakışlarıyla birleşince, ona yaşının ötesinde bir karizma katıyordu. Griye dönmüş saçları dağınık ama bir o kadar asil duruyordu; yüz hatlarında ise zamanın ve deneyimin derin izleri vardı. Üzerinde her zamanki beyaz laboratuvar önlüğü, ceplerinde ise her daim taşıdığı not defteri ve kalemi göze çarpıyordu.
Haru, öfkesiyle dolu bakışlarını Acarion'a çevirdi. Gözleri ateş saçıyor, vücudundaki her kas gerilmişti.
"Tark!" diye haykırdı. "Demek isimleri bu!"
Bir an duraksayıp yeniden, daha tehditkâr bir tonla konuştu:
"O varlıklar hakkında bilgi sahibi gibisin, Profesör Acarion?!"Acarion, bir an duraksadıktan sonra kararlılıkla cevap verdi. "Maalesef öyle, başkomutan..." dedi ve birkaç adım ileriye doğru yürüdü. Herkesin dikkati Acarion'un üzerindeydi. "Onlar, Tanrı'ya isyan eden Dothrak'ın lanetli uşakları. Milyonlarca yıldır gözümüzün önünde.. oradaydılar. Fakat biz bunu göremedik. Çünkü, seçilmiş olan Oceas Amara bu kadim ve önemli bilgiyi Asterialıların zihninden silmişti. Onların tekrar gelmeyeceğini düşünüyordu çünkü güçlü bir mühürle bu kainattan soyutlanmışlardı. Ta ki..."
Acarion, bu noktada Elara'ya dönerek devam etti. "Profesör Elara kehaneti harekete geçirene kadar." dedi, gözlerinde hafif bir tebessümle. "Yanlış anlama hayatım. Seni suçlamıyorum. Bu senin kaderinde yazılıydı. Her zaman özel olduğunu biliyordum."
Elara, Acarion'un sözleriyle derin bir nefes aldı. Yüzünde bir karışım belirmişti: şaşkınlık, korku. "Bu ne demek? Kaderimde mi yazılı..? Ne saçmalıyor bu adam..?" Diye düşündü. Fakat Acarion'un gözleri, onu yatıştırmaya çalışıyor gibiydi; sanki uzun zamandır bildiği ama sakladığı bir gerçeği Elara'ya yavaşça açığa vuruyordu.
Haru, bu olanlar karşısında kontrolünü iyice kaybetmek üzereydi. Yumruklarını sıktı, öfke damarlarına karışarak vücudunu kasıp kavurdu.. "Demek Dothrak'ın hizmetkârları.. böyle bir kehanetin gerçek olmasına inanamıyorum. " dedi. Gözlerinde bir yangın vardı, içten içe yanan, öfke ve merakın körüklediği bir ateş. Başını kaldırdı, Acarion'a doğru daha sert bir sesle sordu. "peki ne kadar güçlüler, Profesör? Onlarla baş edebilir miyiz?"
Acarion, Haru'nun sorusuna karşı her zamanki sakinliğiyle karşılık verdi, bilgeliği sanki bir zırh gibi bedenine sarılmıştı. "Bunu bilmek güç, başkomutan.. Fakat size birşey göstermek istiyorum." Dedi ve orada bulunan diğer askerlere seslendi. "Görüntüyü geriye alın. Maskeli olanın, Koums'un kılıcını durdurduğu ana!" Diye seslendi.
Görüntü, o ızdırap dolu sahneleri tekrar ederken, "Dur!" Diye seslendi, Acarion. Hızlı adımlarla ekrana yaklaştı. "Oynat!" Dedi ve ardından tekrar, "Dur!" Diye seslendi. Sonra gözlerini Haru'ya çevirdi ve konuştu. " Farkettin mi, başkomutan?" Dedi, sesi biraz daha alçak ve gizem doluydu.
Haru, gözlerini kısmış, kaşlarını çatmıştı. Gözlerini, Profesör Acarion'a çevirdi. " O neydi, Profesör.."
Elada, şaşkınlıkla araya girdi. "Siz neyden bahsediyorsunuz ? Orada kaçırdığım ne var?"
Acarion, sesini yükseltti. " görüntüyü tekrar geriye sarın ve yavaşlatın. Dur dediğim yerde görüntüyü durdurun!"
Görüntü, ilerlerken Koums'un hamle yaptığı esnada, maskeli varlığın gözleri sadece bir anlığına alev gibi parlıyordu. Bu olay o kadar hızlı gelişiyordu ki, Elara bile tekrarlatılmış ve yavaşlatılmış görüntülerde ancak görebilmişti.
Elara, bir adım öne çıkıp ekrana yaklaşırken ürpermişti.
"Tanrım... Gözleri!" diye mırıldandı. İçindeki heyecan, korkuyla iç içe geçmişti, gözlerinde şaşkınlıkla açığa çıkan bir dehşet vardı. " Bir Jeager'ın gözleri gibi.." diye fısıldadı.Acarion, sakin tavrını korurken, Haru ciddiyetle sordu. " O şey ne anlama geliyor, Profesör Acarion..?"
Acarion, hafifçe derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı." Bizler, yüksek ruh enerjisiyle doğarız ve bu sayede bizimle birlikte doğan ruhun enerjisini farklı tekniklerle kullanırız. Fakat Ruh, sanıldığı aksine basit ve saf değildir. İçinde pek çok kaosu ve bilinmezlikleri barındırır. Kötü duygular ve eylemler, ruhu kirletir ve evrene lanet enerjisi olarak yayılır. İşte tam olarak Tarklar, bu lanet enerjisini kullanırlar. İyi ve kötü, karanlık ve aydınlık, sıcak ve soğuk.. evren bir denge üzerine inşa edilmiştir."
Elara, araya girdi. " Yani, onlar bizim doğal düşmanımız.."
Acarion'un yüzünde beliren hafif bir tebessüm aslında çoğu şeyi anlatıyordu. " Doğru, Elara.. onlar bizim doğal düşmanımız ve binlerce yıldır bu anı bekliyorlardı. Kullandıkları teknik, neredeyse bizimle birer bir aynı fakat daha farklı. Bu savaşın sonunu sanırım bireysel yetenekler belirleyecek.."
"Demek, doğal düşman ha?" Diye mırıldandı, Haru. Kafasını kaldırdı ve Acarion'a baktı. " O, monolit onlar için neden bu kadar önemli?" dedi.
Bu sessizliği, Elara'nın derin düşüncelerle dolu sesi bozdu. Gözlerini hafifçe kısarak, dikkatini ekrana ve monolitin görüntüsüne verdi. Zihninde
beliren düşünceleri dile getirirken sesi merak ve tedirginlikle doluydu. "Bir harita olabilir mi..? Ya da bir anahtar?"Acarion, derin bir nefes aldı. Yüzünde derin bir düşünce ifadesi belirdi, kaşları çatıldı ve gözleri bir anlığına yere kaydı. Haru'nun yüzündeki kararlılığı ve merakı görüyordu."Bu söylediklerinin hepsi olabilir, Elara. Kesin birşey söylemek için henüz çok erken. Bunu öğrenebilmemiz için detaylı bir araştırma yapmamız gerekecek." dedi. Aniden dönerek çıkışa doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. " Ofisimde buluşalım, Elara. Çözmemiz gereken bir kehanet var!"
Haru ve Elara bir an için birbirlerine bakmışlardı. İkisi de sessizdi fakat bu bakışma, Asteria'nın en karanlık saatinde bile umut ve kararlılığın bir sembolüydü. Her iki lider de, karşı karşıya oldukları tehdidi alt edebilmek için birbirlerine güvenmek zorunda olduklarının farkındaydı ve birbirlerine güvenmek zorundaydılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jeager: Adaletin İki Yüzü
Science FictionGerçek bir Jeager, savaş meydanında doğar, burada şekillenir ve burada ölür.