Enel, günün yorgunluğunu omuzlarında hissederek yatağına doğru ilerliyordu. Diğer öğrenciler gibi o da kendini karmaşık düşüncelerin içinde kaybolmuş halde bulmuştu. Adımları yavaş ve neredeyse mekanikti; aklı, yaşanan olaylarla doluydu. Odaya yaklaştığında, koridorun sessizliği ona bir anlık huzur vermişti.
Tam kapısını açmak üzereyken, arkasından yankılanan tanıdık bir ses, tüm düşüncelerini böldü.
"Enel!"
O an, Enel'in adımları durdu. Arkasına dönmeden, gözlerini yere dikti ve birkaç saniye boyunca sadece durdu. Yavaşça arkasını döndü, bakışları Hanna'nın yüzüne kilitlendi. Kısa bir an, ikisi de sessizce birbirlerine baktılar.
"Konuşmamız lazım.." dedi, Hanna.
Enel, Derin bir nefes aldı, başını hafifçe eğdi. " Konuşacak bir şeyi yok, Hanna.." dedi. Kapıyı ağır bir hareketle kapattı, sanki o kapı sadece bir odayı değil, aralarındaki bağı da kapatıyormuş gibi.
Kapının ardında kalmak, Hanna için beklediğinden daha ağır bir yük olmuştu. Üzgün bakışları, kapının soğuk yüzeyine takılıp kalmıştı. İçinde, kayıp bir fırsatın ağırlığıyla dolu bir boşluk vardı. Dudakları titredi, ama ses çıkaramadı. Gözlerinde biriken yaşları tutmaya çalıştı, ama o an artık her şey çok geç olmuş gibi hissetmişti.
Gözlerini kapının soğuk yüzeyinden ayırıp yavaşça geri dönerek koridor boyunca yürümeye başladı. O kadar çok dalmıştı ki, başını kaldırdığında, karşısında tanımadığı karanlık bir koridor uzanıyordu. Daha önce hiç fark etmediği bu bölümde durakladı, gözleri etrafını araştırırken dudaklarından kaygıyla dökülen kelimeler yankılandı:
"Neredeyim ben..."
Bir anlık sessizlik vardı; yalnızca kendi nefesinin ve kalbinin hızlı atışlarının sesini duyuyordu. Ama sonra, o ürkütücü sessizliği bozan bir ses geldi. Duyduğu, bir fısıltıydı; karanlık koridorların ötesinden, neredeyse duyulmayacak kadar hafif ama bir o kadar da içe işleyen bir ses. Hanna'nın omuzları istemsizce gerildi, kalbinin atışları hızlandı.
"Bu ses ne böyle.." diye mırıldandı. Kulakları tamamen odaklandığında sesin karanlık koridorun ötesinden geldiğini farketti. İçini sarıp sarmalayan merakına yenik düşerek karanlık koridora doğru ilerledi. Adımları sessiz, nefesi kesikti. İçinde büyüyen merak, onu bu tehlikeli oyunun içine çekiyordu. Kendi içindeki uyarıları görmezden gelerek, karanlığın içinde saklı kalan gerçeği öğrenme arzusuyla doluydu.
İlerledikçe, fısıltıların yerini belirgin konuşma sesleri almaya başladı. Kelimeler hala tam olarak anlaşılmıyordu, ama tonlamalar giderek daha net hale geliyordu. İki kişi arasında hararetli bir tartışma vardı; seslerin biri yüksek ve öfkeli, diğeri ise daha alçak ama bir o kadar da sert ve kararlıydı. Hanna'nın kalbi, tanıdık bir huzursuzlukla hızlanmaya başladı. O tanıdık sesi hemen fark etmişti; Leiko'nun sesi, pek çok kez duymuş olduğu bir tınıyla çınlıyordu kulaklarında.
"Bunu ikimizden başkasının bilmemesi gerekiyordu! " dedi Leiko. Ardından öfkeyle devam etti. "Yetimlerinden birisi yüzüme bakarak bana hain dedi, Hayashi! Böyle anlaşmamıştık !"
Hanna, ismin duyulmasıyla bir an duraksadı. Hayashi. Bu isim, ona karanlık ve ürkütücü anıları hatırlatıyordu. Kendini daha da ileriye gitmek zorunda hissetti. Duvara doğru yavaşça eğildi, nefesini tutarak köşeden kafasını çıkardı. Gördüğü manzara karşısında nefesi kesildi.
Karşısında, ay ışığının aydınlattığı karanlık bir köşede, Hayashi ve Leiko birbirlerine çok yakın bir şekilde durmuş, neredeyse fısıldarcasına ama bir o kadar da sert bir tonda konuşuyorlardı. Hayashi'nin yüzü sert ve ifadesizdi, ama gözlerinde hiddetli bir alev yanıyordu. Leiko ise, Hayashi'nin karşısında dimdik duruyordu, gözlerinde tedirgin bir kararlılık vardı. Elleri yumruk yapılmıştı, sanki sabrının sonuna gelmişçesine titriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jeager: Adaletin İki Yüzü
Ficção CientíficaGerçek bir Jeager, savaş meydanında doğar, burada şekillenir ve burada ölür.