Kasabanın sakin sokaklarından uzaklaşıp, ağaçların kucağında gizlenmiş bu ahşap kulübeye geldiklerinde, kapısının hüzünlü bir gıcırdama ile açılması, genç savaşçıların içlerine doğru bir bilinmezlik hissi bırakmıştı. Kapının ardında, bilinmezlik ve terk edilmişlik hissi kulübeyi sarıyordu; rüzgarın hafif uğultusu dışında hiçbir ses yoktu.
İçeriye adım attıklarında, loş bir mum ışığı odanın dört bir yanına zayıfça yayılıyor, uzun zamandır kullanılmamış raflardaki kitaplardan yükselen tozun hafif kokusu havayı dolduruyordu.
Hanna'nın gözleri içlerinde ne olduğunu kestiremediği cam şişelere takılmış halde etrafa bakınıyordu. Şöminenin yanındaki masanın üzerinde dağınık notlar ve kabarmış sayfalı kitaplar yatıyordu. İçini soğuk bir ürperti kapladı. "Bu çok garip..." diye fısıldadı, sesi tuhaf bir tedirginlikle doluydu. Gözleri odayı bir kez daha taradı, her detay daha da huzursuz edici hale geliyordu. "İnsanların böyle yerlerde yaşadığına inanamıyorum," diye ekledi, gözleri hâlâ raflarda.
Kael, odanın ortasında duran yere serilmiş minderlerden birine dikkatle yerleşirken, mum ışığının titrek alevleri, yüzündeki ciddi ifadeyi daha da belirginleştiriyordu. "Hanna... Biraz daha saygılı olmalısın.." dedi, sesini alçaltarak.
Hanna'nın gözleri bir an boşluğa daldı. Sesi kısık ve dalgın bir tınıyla konuştu. "Sanırım Solaria'yı özledim..." Yüzündeki ifade, geçmişe duyulan bir özlemin izlerini taşıyordu; bu kulübenin tuhaf karanlığına karşı, parlak bir dünyayı arar gibiydi.
Enel, gözlerini devirerek ağzının kenarıyla konuştu. " Tabi.. bende öyle evde otursam bende burayı yadırgardım..." Sözleri hafif bir alayla doluydu, yüzünde beliren küçümseyici gülümseme de bunu destekliyordu.
Hanna bir anda ona döndü, kaşlarını çatarak, "Bana laf mı atıyorsun sen?" diye öfkeyle karşılık verdi. Sesi bir kükreme gibi çıkmıştı, aniden yükselmişti.
Enel omuz silkerek ona bakmamayı tercih etti. "Gerçekler, Hanna."
Tam bu sırada, ateşin başında titreyen dizleriyle zorlanarak yerleşen yaşlı adam, ağır bir iç çekişle söze girdi."Ağrılarım beni mahvediyor." diye sızlandı."çok tuhaf değil mi.. kendim hariç herkese şifa oluyorum." Dedi, hafif bir tebessümle.
Genç savaşçılar, kendilerini toparlayarak bir an dikkatlerini ihtiyara vermişlerdi. "Bize inandığınız için teşekkür ederim, üstat. Eğer siz olmasaydınız, çok kötü şeyler olabilirdi." Diye araya girdi, Kael.
Moria, önce genç savaşçıları süzdükten sonra derin bir nefes alarak kendini toparlamaya çalıştı. Ateşin sıcaklığına biraz daha yaklaşarak ellerini uzattı ve Jeagerlara baktı. "Olanlar için üzgünüm... Kasaba halkı bugünlerde bir tehdit altında. Ne yaptıklarını bilemez haldeler...mantıklı hareket edemiyorlar." dedi.
Enel, gözlerini ihtiyarın yüzüne dikmiş, kaşlarını hafifçe çatmış bir şekilde, "Bu kasabada olan şey nedir?" diye sordu.
Ihtiyar, Enel'in sorusunu duyar duymaz derin bir iç çekti. Ateşin dans eden alevleri, yüzündeki kırışıklıkların daha da belirginleşmesine neden oldu. Gözlerini yavaşça kapattı ve birkaç saniye sessiz kaldı. Ardından gözlerini açarak, alevlerin ışığında parlayan yaşlı gözleriyle Enel'e baktı. "Bu kasabada," dedi, sesi alçak ve ağır, "karanlık bir lanet dolaşıyor. Çocuklarımız kayboluyor, insanlar sebepsiz yere ölüyor. Ne olduğunu tam olarak kimse bilmiyor." Dedi. İhtiyarın gözleri dolarken, sesi daha da titredi. "İlk başta sadece tesadüf sandık. Ama sonra, kayıpların ve ölümlerin ardındaki kötülüğü fark ettik. Hepsi belirli aralıklarla, belirli yerlerde oluyor. Sanki kasabanın etrafında bir şey ya da biri, bu karanlık işleri planlıyormuş gibi. Zavallı kız, kim bilir ne kadar korkmuştur.."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jeager: Adaletin İki Yüzü
Bilim KurguGerçek bir Jeager, savaş meydanında doğar, burada şekillenir ve burada ölür.