Kehanetin en derin karanlıkları, Elara'nın ruhunu adeta içine çekiyor, onu bilinmez bir girdabın eşiğinde tutuyordu. Bütün varlığıyla yazıtlara, kehanetin sırlarına sarılmıştı. Birbirine zincirlenmiş semboller arasında kaybolmuştu: Başmelekler, büyük savaşın ayak sesleri, mühürler, Jeagerlar ve Tarklar. Gecenin soğuk nefesi odaya ağır ağır sinerken, Elara'nın zihni bu karmaşanın içinde boğuluyordu. Bir yol bulmalıydı, çözüm buradaydı, her şeyin anahtarı bu kürenin içindeydi, ama neredeydi?
Odanın karanlık köşelerinden yükselen yankı, ansızın zihnini kesip attı. "Sence kehanetin sırrı ne, Elara?" Soğuk, tanıdık bir ses, derinlerden bir iz bırakmıştı. Elara, şok içinde başını çevirdi. Karşısında Acarion'un silüeti duruyordu, gölgeler içinden beliren bir hayalet gibi. Göz bebekleri büyümüş, nefesi sıklaşmıştı. "Acarion...?" diye fısıldadı, sesi zar zor çıkmıştı.
Fakat Acarion, sanki bu karşılaşma hiç beklenmedik bir şey değilmiş gibi, masaya doğru eğildi. Parşömenlere soğuk bir dikkatle baktı, gözleri belgelerde dans ederken, sanki Elara'nın şu anki haline hiç aldırmıyordu. "Hatırla, Elara. Benimle konuştuğun anı hatırla." Parmağını bir yazıtın üzerine yerleştirerek, belirli bir bölümü işaret etti. "Bak burada. Tekrar oku."
Elara'nın aklı karmakarışıktı. "Acarion... burada ne arıyorsun?" Sesine karışan korku ve şaşkınlık derinleşiyordu.
"Yanlış yere odaklanıyorsun," dedi Acarion, gözlerini ondan ayırmadan. "Kehanete odaklan. Küre sana ne gösterdi?"
Elara, hala ne olup bittiğini anlamaya çalışırken, kekeleyerek cevap verdi. "K-küre bana ayın ve güneşin eşitlendiği yeri gösterdi... Ölü Şehri."
Acarion'un gözlerinde karanlık bir parıltı belirdi. "Ölü Şehir... Orada seni bekleyen bir şey var. Karanlık sırlar barındıran bir yer. Onu bulmalısın, Elara. Kehanetin anahtarı orada yatıyor."
Elara, fısıldayarak tekrarladı, "Beni mi bekliyor..." Kafası daha da karışmıştı. "Ama Ölü Şehir'in nerede olduğunu bulamıyorum," diye çıkıştı aniden. "Neredeyse bütün yazıtları ve parşömenleri inceledim. En ince hesaplara kadar yaptım ama ayın ve güneşin eşitleneceği bir yer bulamıyorum!"
Acarion, alaycı bir gülümseme ile başını salladı. "Çünkü yanlış yerde arıyorsun, Elara. Konuşmalarımızı hatırla. O gün sana zaten cevabı verdim."
"Cevabı mı verdin?" diye mırıldandı Elara, anılarına tutunmaya çalışarak. Ancak hiçbir şey belirmiyordu. Aklının derinliklerine dalarken, içindeki o huzursuzluk daha da büyüyordu. Bakışlarını sert bir şekilde Acarion'a çevirdi. "Sen gerçek değilsin!" diye bağırdı bir anda. "Beni neredeyse öldürüyordun! Sana neden güveneyim ki?"
Acarion aniden hiddetlenmiş gibi hızla Elara'ya yaklaştı, ellerini omuzlarına koyup onu sarsmaya başladı. "Hatırla, Elara! Benimle ne konuştuğunu hatırla! Cevap tam orada, gözünün önünde!"
Elara acıyla inledi. "Acarion, canımı acıtıyorsun!"
Acarion'un sesi yükseldi. "Sen kehaneti başlatansın! Hatırla!"
Bir anda Elara'nın gözleri karardı ve içinde bulundukları oda ona yabancılaşmaya başladı. Kendi zihninin derinliklerinde kaybolmuştu. Gözlerini açtığında, masanın üzerinde kıvrılmış bir halde buldu kendini. Odanın içindeki sessizlik, geceye ait tüm sesleri yutmuş, sadece Elara'nın hızla atan kalbinin yankısını bırakmıştı. Acarion'un sesi, zihninin derinliklerinden yankılanıyordu hala: "Hatırla, Elara! Konuşmamızı hatırla!"
Kafasının içinde dönen bu yankıyla birdenbire aklında bir kıvılcım çaktı. O an... bir detay zihninde parladı. "Kitap...!" diye fısıldadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jeager: Adaletin İki Yüzü
Science FictionGerçek bir Jeager, savaş meydanında doğar, burada şekillenir ve burada ölür.