16. Ölüler

1.5K 217 139
                                    

-Felix'in ağzından-

Hyunjin'le terasa çıktıktan sonra el ele tutuştuk. Saat 3'e geliyordu, şehir çok sessizdi ve çoğu ışık kapalıydı. "Şimdi ne yapacağız Felix?"

Cebimden çıkardığım tüpü ona gösterdim. "Ağzımıza birer yudum alacağız ve daha yutmadan dudaklarımızı buluştaracağız."

Güldü ve yanağımı sıktı: "Öpüşme kısmını sen uydurdun değil mi~"

"YA! HAYIR! BÜYÜCÜ DEDİ-"

Hemen eliyle ağzımı kapattı ve "Neden bağırıyosun Felix, insanlar uyanacak." diye fısıldadı.

Sinirim geçince başımı salladım, elini çekti. "İstesen ben seni hep öperim zaten." dediği gibi kısık sesle "Hâlâ ne anlatıyorsun?!" deyip karnını dürttüm.

"Ah- hahaha dur tamam şaka yapıyorum, büyücü öyle demişse öyledir zaten." deyip dudağımı öptü.

Şişeyi kaldırdığım sırada elimi tuttu.
"Felix, bir sıkıntı çıkarsa eğer... Seni çok seviyorum, bunu unutma tamam mı?"

"Ben de seni seviyorum. Bir sorun çıkmayacak, güven bana." deyip yanağını öptüm ve kapağı açtım.

Gözlerine bakarken bir yudum aldım, şişeyi alıp o da bir yudum aldı ve dudaklarıma yaklaştı.

İçimde korku vardı, ona belli etmemeye çalışıyordum. Birbirimizi son görüşümüzmüş gibi içten bir öpücük bıraktım dudaklarına.

İkimizin de gözleri kapanınca rüzgar çıktı, etrafımızda dönmeye başladı. Şiddetlenince havalandık ve geçit bizi içine çekti.


💧💧💧


Gözlerimi açtığımda her yerimin ağrıdığını fark ettim. Çok soğuktu, kar fırtınasından dolayı göz gözü görmüyordu. Havanın berrak kokusundan tanıdım, burası bizim dünyamızdı.

Başımı kaldırdığımda diğer tarafımda Hyunjin'i gördüm. Gözleri hâlâ kapalıydı, bununla korkup omuzlarını sarstım. "Hyunjin uyan!"

Titreyerek kalktı, burnu kıpkırmızı olmuştu.
"F-Felix d-donuyorum..."

Hemen doğrulmasını sağladım ve üstündeki karları silkeledim. Kanatlarımı ona sarınca ısınmaya başladı, bu şekilde yürümeye devam ettik.

Ne yıldız ne güneş görünmediği için tamamen hislerime güvenerek yönümüzü belirlemeye çalışıyordum. Bir an önce Su Ulusuna gitmeliydik yoksa Hyunjin soğuktan ölebilirdi.


💧💧💧


Ulusumuzun girişine vardığımızda şok oldum. Hayal kırıklığıyla dizlerimin üstüne çöktüm.

Ağlamaya başladığımı görünce Hyunjin de yanıma oturdu ve bana sımsıkı sarıldı.

"Her şey bitti..." dedim hıçkırarak. Onun da gözleri doldu, yüzünü omzuma yasladı.

Savaş çıkmıştı, her yer yağmalanmıştı. Etrafta sadece ölüler görüyordum, canım acıyordu...

Kenarda hâlâ daha devam eden bir yangın gördüğümde bunun Ateş Ulusunun işi olduğunu anladım. Diğerleri savaşta ateş kullanmazdı.

Her bir bedenin yanına gidip nabızlarını kontrol etmeye başladım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Her bir bedenin yanına gidip nabızlarını kontrol etmeye başladım. Bu gerçek olamazdı.

Hyunjin üzgün bir ses tonuyla "Vazgeç Felix... Burada binlercesi var." deyip omzumu okşadı. Sertçe omzumu çektim ve buz gibi bir tonla "Hayır. Hepsini kontrol edeceğim!" dedim.

O da eğilip bakmaya başladı. Pek bir beklentisi yoktu, ben ise kalbimde kalan son umut kırıntılarıyla her bir kişiyi kontrol ediyordum. Aynı zamanda ağladığım için burnumu çekiyordum.

Bir süre sonra Hyunjin'in sesini duyamadığımı fark ettim. Telaşla onu aradım.
"Hyunjin! Neredesin?!"

Ölülerin ortasındaydım ve Hyunjin yoktu. Ağaçların arka tarafına gittiğimde onu bir bedenin yanında gördüm. Başını göğsüne yaslamıştı. "H-hayır, b-bu da atmıyor..."

Kendimi suçlu hissettim. O bu dünyadan bile değildi, şu an donuyor olmalıydı. Bir ölünün daha yanına gidiyordu ki elini tuttum, tahmin ettiğim gibi buz gibiydi. "Gel, gidelim."

"Emin misin?" deyip doğruldu. Daha toplasak 100 kişiye bile bakamamıştık, on binlercesi vardı... Zihnimde de kaybetmiştim artık bu savaşı.

Onunla en başa gittik ve bedenlerin karşısında durduk. "Eğer... aranızda hâlâ yaşayan varsa... lütfen ses versin!"

Çıt çıkmıyordu. Uzaktaki kar fırtınasının sesi uğultu gibi geliyordu. "Son bir enerji bulun ve bağırın, bir şey yapın!"

Tekrar o ölüm sessizliği vardı kulağıma.

Son haykırışımda ağladığım için sesim titriyordu: "Lütfen bana cevap verin!"

Ne bir hareket, ne de başka bir şey vardı. Sadece sesim yankılanıyordu etrafta.

Tamamen pes etmiş bir şekilde ellerim aşağıya düştü. Artık yalnızdım, Su Ulusundan kimse kalmamıştı.

Hıçkıra hıçkıra ağlarken Hyunjin yüzümü göğsüne gömdü ve sımsıkı sarıldı. Şu anda yanında acıyı rahatça hissedebileceğim tek kişi oydu.

Ateşin olduğu yere gittik, kapının önünde onun ısınmasını bekledim. Kenardan birkaç kalas aldım ve birinin ucunu ateşe tuttum. Meşale olarak yanımıza alacaktık, mola vermemiz gerekirse ateşimiz olurdu.

-Nereye gideceğiz Felix?

-Önce Bilge Jisoo'nun yanına gidelim. Onun mağarası güvenlidir.

-Çok uzak mı?

-Yarım saat kadar yürümemiz gerekecek. Dur ben sana dışarıdan atkı falan bulayım.

Yerlerde aradım, bir bedenin üzerinden alamazdım, buna cesaretim yoktu. Biraz dolaştıktan sonra birkaç parça bir şey buldum. Yanan kulübeye girdim ve Hyunjin'i sıkıca giydirdim.

"Teşekkür ederim Meleğim..."

"Ben özür dilerim Hyunjin. Az önce düşüncesizlik ettim, seni öylece bıraktım..." deyince gözlerim doldu.

"Saçmalama hayır." deyip yanaklarımı okşadı. "Sen olabilecek en doğal tepkiyi verdin. Çok güçlüsün."

Hyunjin ısınınca eline meşaleyi aldı, yola çıktık. Kar fırtınası durunca hızlandık, yarım saat sonra okyanusa vardık.

"Burası boşluk Felix?"

Altın kadını nerede gördüğümü hatırlamaya çalıştım. Suya adım atarken Hyunjin beni durdurdu: "Hey! Donacaksın!"

Ona döndüğümde yüzündeki endişe gitti, bunun yerine hayranlıkla bakmaya başladı. "Felix... Çillerin yıldız gibi parlıyor..."

"Hm? Aa doğru... Bunu ilk defa görüyorsun." deyip gülümsedim.

-Sırtıma çıkabilir misin?

-Hayatta suya girmem.

-Soğuktan öleceksin. Mağarayı bulmalıyız, gel hadi.

-Olmaz Felix.

💧💧💧

Ateş ve Su | HyunlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin