Merhabaaa!!!
Nasılsınız?
Umarım herkes iyidir!!!!
Bu bölüm sizden bolca yorum ve gelecek bölümlerle ilgili teoriler istiyorum. İyi okumalar~Bölüm şarkısı: pretty when you cry-lana del rey (mutlaka beraber okuyun)
...
Seul, Güney Kore~
Ufak tefek yıkıntıların çığ gibi büyüyüp yok ettiği bir çocukluğum olmuştu benim.
Şiddet, korku, öfke; daha fazla şiddet, daha fazla korku, daha fazla öfke... En sonunda da bir kopuş...
Bir çocuk gerçekte nasıl büyütülmeliyse tam tersiydi benim büyüyüş şeklim. Her yandan yalnızlıkla sınandığım, kendi kendimle yalnız yürüdüğüm upuzun bir çizgiydi. Ağır çantamın acıttığı omuzlarım hafiflesin diye çantamı sırtlayan hiç olmamıştı okul yolunda da hayat yolunda da...Başkalarının yüküydü hepsi oysa.
Başkalarının dertleri, acıları, borçları...
Hiçbiri benim değildi.Üzerinde oturduğum halıyı tamamiyle kaplayan faturaları bulduğum karton kutuya diktiğim bakışlarım esasen geriye dönmüş topallayarak, düşe kalka geçen çocukluk ve gençliğime bakıyordu. Acınasıydı sahiden. Ödediğim her bir kuruş acınasıydı. Aldığım darbelere ağlayacak kadar bile hissimin kalmayışı daha da acı olandı.
Uyuşan bacaklarımı uzatıp sırtımı yatağa yasladım. Saat gece bire geliyordu. Mesayiden geldikten sonra taşındığımdan beri dokunmadığım iki koliyi sonunda açmaya karar vermiştim yorgunluğuma inat. Her gün bir öncekinden daha yorgun olacaktım ve sonsuza kadar bu kağıtları orada saklayamazdım.
Biyolojik olarak ne yazık ki var olmama katkısı hariç üzerimde hiçbir hakkı bulunmayan babamın senelerce ödediğim borçlarının faturalarıydı bunlar.
Ben ödemiştim.
Teker teker... Kendimden vazgeçecek kadar çalışarak ödemiştim hem de.
Ne içindi peki? Birisi de dönüp teşekkür etmeyecekse neden çabalamıştım? Öyle ya, teşekkür edecek kimse yoktu artık tenha hayatımda. Belki de böylesi daha iyiydi. Sonuçta varlıkları boyunca da faydaları olmamıştı.Öldürülme korkusuyla gezdiğim ara sokaklardan bankalara kadar yetiştirmeye didindiğim her bir kuruş için acı çekmiştim son on senedir. Kimse bilmiyordu. Bilemezdi de. Yemekten eğri büğrü duran tırnaklarımla kazıdığım duvarları kimse tahmin dahi edemezdi elbette.
Seslice nefes verip teker teker hepsini yeni aldığım şeffaf dosyaya yerleştirmeye başladım bir süre daha durduktan sonra. İsimlerimizin alt alta durduğu dökümanlara bakmak midemi bulandırmıştı. Onun hiçbir şeyi olamazdım ben. Olmamalıydım.
Öfkeme inat her şeyi özenle yerleştirdiğim sırada ocaktaki çaydanlığın ıslıklarını duydum. Aceleyle doğrulup altını kapattım. Sallama çaylardan birini fincana koyup suyu da ekledikten sonra elimdeki naneli çay eşliğinde odama geri döndüm. Markette sürekli hareket halinde oluşum vücudumun her yerinde ağrılara sebep oluyordu. Kendimi sahiden de yaşlı hissediyordum.
Odayı nane kokusu sardığında gülümsemek üzereydim. Bu çayı bana ilk kez Hoseok Hyung almıştı. O zamanlar varlığından haberim bile yoktu. Birçok şeyde olduğu gibi.
Dalgınlıkla dosyaları yerden kaldırmak üzereyken kapım tıklatıldı. İki kere ard arda vurmuştu.
Refleks olarak masamdaki camı kırık saate çevirdim bakışlarımı. Saat ikiye iki varken kim gelmiş olabilirdi?Korkuyla bekledim önce. Ancak kapı aynı tempoyla iki kez daha tıklatıldığında karanlık koridordan geçip kapıya yanaşmak zorunda kaldım. Delikten bakınca bir şey görmemek dudaklarımın korkudan kurumasına sebep olmuştu. Sabırsızlıkla seslenirken buldum kendimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boy In The Bubble|| JayWon
FanfictionO, küçük bir baloncuğa sığdırdığı iç dünyası kadar sanıyordu gerçek dünyayı. Daha henüz kurtulamadığı zincirlerine sıkı sıkıya bağlıyken ise beklenmedik bir anda karşılaştılar. Aslında hırsla hazırlandığı sınavların hiçbirine benzemiyordu bu. İşine...