Bölüm şarkısı: Lana del Rey- dark but just a game
***
Seul Adliyesi, Güney Kore~
Jeon Jungkook'tan
Mahkeme salonlarının yalnızca izlerken dahi insana kendini suçlu hissettiren, kasvetli kahverengi ahşap duvarlarından oldum olası nefret etmişimdir.
Genelde o duvarda, tam ortada kocaman bir saat asılı dururdu. Zannımca içerde geçirdiğimiz vakti dayanılmaz kılmak için özellikle yavaş hareket ediyordu lanet akreple yelkovan.
Sonra masasında sürekli bir şeyleri yazan katibin klavye sesini duyardınız konuşmalar kafanızı yeterince şişirmiyormuş gibi. Dedim ya, yalnızca izlemeye gelmek için bile fazla yorucuydu.Davayı yürüten hakimeye kıstığım gözlerimle baktım oturduğum yerden. Kısa saçlarını kulaklarının arkasına itmişti. Elini çenesine yaslamış avukatın savunma metnini dinlerken oldukça ilgiliydi.
Gözü pek bir kadına benziyordu itiraf etmek gerekirse. Muhtemelen senelerdir bir türlü foyasını ortaya çıkaramadıkları Patron Kim'i nihayet sorguya çekebilmiş olmak onurunu okşamıştı. Haber kanalları, internet alemi ve gazeteler şimdi kendinden övgüyle bahsedecekti. Zavallı Bayan Shim başına nasıl bir iş aldığını hiç bilmiyordu oysa.Başımı sağa çevirdim. Patron Kim yanındaki on iki avukatıyla kendinden emindi. Suratında beni sinir eden tebessümü varken kollarını önünde bağlamış oturuyordu. Başını saran koca bandaja yer yer kan sızmıştı.
Hakimin değiştirilmesine zorlayacaklardı mahkemeyi. Parayı da ödediklerinde bu kadından bir daha kimsenin bahsetmediğinden emin olurlardı. Senaryoyu yanımda tasarlamamış olsalar da yaşanacağından emindim. İşler genelde hep böyle yürüyordu.
Bakışlarım ellerime ulaştı. Titreyen parmaklarım alışık olmadığım bir hissi somut hale getiriyordu. Yumruk haline getirdiğim ellerimin üzerine oturdum sinirle. Duygusal davranacak halde miydim sanki? Hiç kendim gibi davranmıyordum.
Stresten midem bulanıyor, nereye baksam resim bulanıklaşıyordu.Camlara çarpan yağmur damlaları adedince pişmanlığım vardı o malum günle ilgili. Şimdi burada oturan kişi ben olmamalıydım misal. Öte yandan işler hiçbir zaman benim istediğim yönde ilerlememişken belki de beklentilerim fazlaydı bu hayattan.
Belki de sayısız soruşturmadan geçip her seferinde paçayı sıyıran biri için fazla şikayetleniyordum değil mi? Belki, belki, belki... Kim karar veriyordu her şeyin nasıl olması gerektiğine?
'Her şey' birbirine bu kadar girmişken parçaları toplayabilecek kadar ayık olan tek kişi oluşumdu beni asıl yoran. Kontrol edebileceğimden de büyüktü içine düştüğümüz yangın. Ve ben nefesini tutup suyun altında kalmaya alışmış biri olarak ateşten de, söndürmekten de anlamıyordum.
Taehyung'a ihtiyacım vardı.
Taehyung'uma.
Duruşmaya iki saatlik ara verildiğini duyurdukları sırada yaklaşık otuz dakikadır kendimi her şeyden izole ettiğimin farkına vardım. Avukatlar Patron Kim ile sessizce bir münakaşaya girerken Savcı Lee bu durumdan hiç memnun olmamış gibi Bayan Shim'in peşinden koşar adım dışarı çıktı. Herkes batan geminin malından pay koparmayı deniyordu resmen. Oysa gemi yalnızca hasar almıştı, batmasına asla izin vermeyecektim.
Dizimde duran elime dokunulduğunda solumda oturan Jungwon'a verdim dikkatimi. Gözlerinin altı berbat haldeydi. Elinin üzerindeki o geceden kalan yanık izini bandajla sarmışlardı. Gözlerine baktığımda darmadağın olduğunu görebiliyordum net olarak. O da gizlemeye uğraşmıyordu.
Bu kadar güçlü olabileceğini hiç düşünmezdim doğrusu. Bilakis, şimdi benden sağlam duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boy In The Bubble|| JayWon
FanfictionO, küçük bir baloncuğa sığdırdığı iç dünyası kadar sanıyordu gerçek dünyayı. Daha henüz kurtulamadığı zincirlerine sıkı sıkıya bağlıyken ise beklenmedik bir anda karşılaştılar. Aslında hırsla hazırlandığı sınavların hiçbirine benzemiyordu bu. İşine...