-XXXVIII-

225 20 59
                                    

Merhabaaaa!

Hoş geldiniz canlarım!
Evet sonunda I am back! Neyse çok uzun tutmayıp sizi beklenen bölümle baş başa bırakıyorum. Yorumlarınızı eksik etmeyin.

Sevgilerle❄️

Bölüm şarkısı: I love you-Billie eilish

***

Wando, Güney Kore~

"Bir gülün kuru yaprağını defterinin arasında saklayıp sana eskisi gibi koku vermesini umuyorsun Jungwon. Oysa o gül şimdi başka bir formda, başka bir koku yayıyor etrafına. Alış."

Dingin denizin dalgaları çıplak ayaklarımıza çarpıyordu usul usul. Tıkanmış burnumu açan tuzlu suyun kokusunu istemsizce içime çekerken şişmiş gözlerimin arasından karşımdaki şahane manzarayı zorlukla seçebiliyordum. Üşüyordum bir de. Sıcacık havaya ve etrafta koşuşturan masum küçük çocuklara rağmen buz tutan ruhumun sızıntıları tenimi acıtıyordu. Öyle ya, artık acıdan başka bir şey hissettiğim söylenemezdi.

Bir kuyunun dibine inmiştim. Hem de bir ipe dahi tutunmadan, öylece atmıştım kendimi boşluğa. Güvenim... Güvenimdi canımın yanmayacağına beni inandıran. Oysa daha en başından bir çelişkiydi tüm bunlar. Sevdin diye canın yanmayacak değildi ya... Aksine yoğun duyguların her biri sonunda acıya aralıyordu kapılarını. Tüm bunları toy olduğumdan mı öngörememiştim? Yoksa hayat derslerini insan zamanı gelince mi öğreniyordu yalnızca? Bilmiyordum. Hiçbir şey bilmiyordum.

İçim içimi yiyordu. Kaçtığımız gölge tek düşmanımız sanıyorken ipler ayaklarımıza bağ olup bizi birbirimizden ayrı iki köşeye düşürmüştü işte sonunda.

"Alışmak kolay mı sanıyorsun Yeonjun? Canım yanıyor. İnsan böyle bir duyguya zamanla alışabilir mi ki?" Dediklerimi anladığından emin değildim. Kumların üzerinde yan yana çöküp oturduk sessizlik sonsuzluğa bir ip gibi çekilirken. Dudaklarım kurumuştu.

"Seninle ilk ben tanışsam nasıl olurdu diye soruyorum kendime." Aniydi bu sözleri. Kendime henüz düşünme fırsatı bulamadan devam etmesine engel oldum. Şuan sırası mıydı bunun?

"Hiçbir şey olmazdı. Muhtemelen başıma bela olurdun." Güldü ifadesiz suratım onu eğlendirirmiş gibi. Onun gibi birine muhtaç kaldığıma asla inanamasam da gerçek buydu. Kapıların her birini ardımdan kapatıp açtığım yeni kapının ardındakiyle yüzleşmek zorunda kalmıştım. Bu benim sonum olacaktı.

On gün. Sessiz geçen on gün azap doluydu. Ne ağlamadığım bir an, ne de öfkemle kavrulurken dahi O'nu düşünmediğim tek bir saniye vardı. Tıpkı bir kıvılcım gibi düştüğü her yeri yakıp yıkıyordu Seul'de. Beni arıyordu.

Bir pazar akşamıydı bileklerimizdeki ipliği acımadan koparan. O gün Smeraldo's Club'ta Patron Kim'in verdiği ziyafet için bulunuyorduk. Jay'i tüm haftasonu yalnızca bir kez dahi görememenin hüznü ve yemekte görebilecek olmanın heyecanıyla hazırlanmıştım. Kolyemi görebileceği şekilde takıp onun için kendime özenmiştim bir de. Seul'de değildi o güne dek, biliyordum. Bu nedenle fazla sorgulamadan beni aramasını beklesem de aramamıştı. Meşguldü. En azından Jungkook Hyung'un her buluşmamızda bana söylediği yalan buydu.

Jay'in son bir ayda üçüncü kez gidişiydi bu. Doğrusu ortalık savaş alanından farksızken bana iş için gittiğini söylediğinde sorgulamıyordum. Bir yandan da barda tanışıp takip ettirdiğimiz adamın bir domuz çiftliğinde çalıştığını öğrendiğimizden beri daha yakından izliyorduk onu. Jay yokken ben takip ediyordum adamı. Tek derdim gölgesinden dahi nefret ettiğimiz herifi bulmaktı zira.

Boy In The Bubble|| JayWonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin