-XXXIV-

343 29 56
                                    

Merhabalar!

Herkes nasıl?
Umarım iyisinizdir.
Bölümlere gelen yorum sayıları azalınca yazma isteğim de kırılıyor.
Sizden bu bölümde bolca yorum bekliyorum o yüzden de.

Sevgilerle❄️

[Bölüm şarkısı: Lana Del Rey- Once Upon a Dream]

***

Seul, Güney Kore~

Parlak.

Devasa avizenin her bir taşı elmastandı.

Işıklar taşlara yansıdıkça gözünü alıyordu insanın. Duvar kağıdından, önümüzdeki bardak tabağa kadar her bir yanımızda altın işlemeler vardı. Daha önce ne görmüş, ne de hayal etmiştim böyle şaşaalı şeyleri. Her şeyi teker teker gözlemlemem de bundandı. Bir film sahnesinden fırlama gibiydi benim için.

Geriye yaslandığım sandalyedeki oturuşumu düzeltmeyi denedim. Omuzlarım çökmüştü yorgunluktan. Bir yandan da heyecan ve korku karışımı zehir kanıma karışıyorken dikkatimi nereye vereceğimi şaşırmıştım. Sanki sakin kalmam gerektiğini düşünürken daha da geriliyordum.
Derin bir nefes çektim ciğerlerime. Önümdeki zarif şarap kadehine uzanıp dudaklarıma götürürken tadının iğrenç olduğunu zaten biliyordum. Alkol tüm çocukluğumu mahvettiğinden midir bilmem, hiç de hoşlanmazdım. Lakin Jay şarap içerken onu izlemek bana büyük zevk veriyordu. Her yudumunda adem elmasının hareket edişi, uzun parmaklarının kadehi tutuşu ve yutkunurken kapanan gözleri... Tanrı onu yaratırken nasıl da özenmişti...

Arka planda çalmakta olan klasik parça Chopin'indi sanıyordum ki. İsmini çıkaramadığım şarkıya odaklanıp duvardaki ağaç dallarına benzeyen işlemeleri inceledim uzun bir süre. Ağzımdaki ekşi tattan kurtulamayınca rahatsız hissedip sessizce beni izlemekte olan genç adama döndüm mecburen.

"Bana yardım edeceksin değil mi?" Kuşku doluydu sesi. Bugün buluşmak planlarım arasında yoktu esasen. Yine de Jay'in ısrarıyla onunla buluşmayı kabul etmiştim. Gelip kendi gözlerimle görmemi istiyordu aradığımız adamın Yeonjun olamayacağını.

"Evet. Biraz araştırdım da... Yarın, yani Cuma günü ailesi bir kutlama yapacakmış takım kaptanlığını kazandığı için. Kalabalık olacak. Duyduğum kadarıyla elleriyle birer davetiye hazırlayıp yollamış. Yanlarında bir kişi getirme hakları varmış davetlilerin. Hem... En iyi yanı da bunun bir maskeli balo olması. İşini kolaylaştırır." Soluklandığım sırada önündeki etten bir parça yedi. Benimse tek düşünebildiğim elindeki bandajdı. Ona güvenmiyordum asla. Düz saçlarını geriye atıp sordu.

"Orada mı yapacağız yani?"

"Daha yakın olabileceğin bir yer var mıdır ki? Davetiye alanlardan biriyle gidebilirsin." Dedim sakince. Zamanımız dar olacaktı.

"Peki sen? Benimle gelmeyecek misin?" Ona inanamayarak baktım.

"Elbette hayır. Beni tanıyor Yeonjun. Gidersem hemen fark eder o ve arkadaşları. Başımıza bela olurlar." Benimle aynı fikirde değil gibiydi.

"Aksine, gidip intikam almalıydın Jungwon. Biraz... Fazla ileri gitmiş olacağız belki ama işimiz de bu. Benimle geleceksin o baloya." Yutkunamadım. Neden emrivaki yaptığını da anlamıyordum. Birden üzerimdeki takımda nefes alamadım. Böyle şık yerlere gelmekten hoşlanan biri olabilirdi ama ben sevmiyordum. Kendi bedenimde yabancı hissettim. Her şey fazla gerçekti.

"Planda bu yoktu. Baştan size ne dediysem o şekilde ilerleyeceğiz. Niçin ısrar ediyorsun ki?"

"Sinirlenme hemen. Bu, eline bir kez gelecek bir fırsat diye diyorum. Benimle gel Jungwon. Maskeni öyle ayarlayacağız ki, seni tanıyamayacak. Riske atmam ikimizi."

Boy In The Bubble|| JayWonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin