-XXXVII-

446 26 48
                                    

Selamlaaaar!

Nasılsınız? Umarım herkes iyidir.
Bugün bir geçiş bölümüyle geldim. Çiftimizin birbirleriyle olan ilişkilerini anlamamız için yazdım bölümü daha çok. Umarım herkesin hoşuna gider. Yakında yeni bölüm de gelir:)

Bölüm şarkısı: Lana Del Rey- get free (mutlaka birlikte okuyun sözleri de çok güzeldir)

Sevgilerle❄️

***

Seul, Güney Kore~

Jay'den

Tersine çevirilmiş bir kum saatinden düşen parçaları tutmaya çabalıyordum sanki.
Omuzlarım acısaydı, belki de bu denli canım yanmaz; yorulmazdım. Fakat beni asıl yoran kalbimdeki sızı olunca ilk defa başa çıkmakta yorulduğum bu hisse kafa tutamıyordum.

Kaybetmekten korkuyordum.

Tüm çabama rağmen sevgilimin kendi içinde kaybolmasından ölesiye korkuyordum hem de. Zihninde, ruhunda kaybolurdu bir gün... Bulamazdım. Anlamıştım artık. Eğer Jungwon koluna doladığım gökkuşağına rağmen bir gün gitseydi bulamayabilirdim. Ufacık... Minicik bir ihtimaldi ancak beni uykusuz bırakıp boşluğa dalmama engel değildi kesinlikle.

Son üç gün, tıpkı son üç gündür yediğimiz pirinç lapası kadar tatsız tuzsuzdu. Jungwon her gün bir kase pirinç lapası yiyip ağzına başka lokma almamakta ısrarcıydı. Ne yapacağımı hiç bilmiyordum artık. Onu sevmekten başka... Ne yapacaktım bilmiyordum.

"Uyuyamadın mı?" Asansöre binerken sordu Jimin merak içinde. Biraz da endişeliydi ifadesi. Sarıya boyattığı saçlarını geriye itti stresle.

"Uyudum- sayılır yani. Uykum yok."

"Kendini bu denli paralama, diyeceğim ama etkisi olmayacak muhtemelen... Sadece yanında olduğumu bil Jongseong. Ne olursa olsun seninleyim." Omzuma attı elini. Sızlayan burun kemerimi sıkıp ona döndüm. Midem bulanıyordu.

"Teşekkür ederim Hyung." Tuhaf bir andı. Asansör kapısı aralandığında ikimiz de beklemeden indik o nedenle. Bakışlarım yalnızca uzaktan gözüken masadaydı. Görebiliyordum güzelimi. Masaya eğilmiş bir şeyler yazıyordu. Kenarda ona bu sabah yolladığım mavi güller vardı bir vazoda. Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Sonra solunda ayakta bekleyen Jaeyun'u görünce gözlerimi devirmemek için zor tuttum kendimi. Onu hala sevmiyordum, evet. Bakışlarını Jungwon'uma sabitlemişti yine. Nefret ediyordum bu bakışından.

"...Sonra şu kutuyu Jungkook Hyung'a ulaştıracaksın ama dikkat et. Bay Kim yüz kere tembihledi." Dedi Jungwon elindeki kadife kutuyu ona uzatırken. Ellerinin ne kadar güzel olduğunu düşündüm yalnızca. Derin bir iç çektim kollarımı beline dolamak için yanıp tutuşurken. Tebessümünden öpmeliydim acilen.

"Tamam. Görüşürüz." Jaeyun bakışları bizi bulduğunda kutuyla birlikte asansöre ilerledi. Gözlerime bakmaktan kaçınıyordu.

"Aigoo çiçeğime bak! Her yanı çiçek olmuş." Abim masanın etrafından dolanıp Jungwon'un saçlarını karıştırırken neşeyle söylenince Jungwon'la bakışlarımız buluştu nihayet. Heyecanla ayağa kalkıp yanıma geldi hemen. Pembe dudaklarını öptüm bense hızla. Parmak uçlarında duruşu mahvediyordu yüreğimi her defasında. Kollarımı etrafına dolayıp kokusunu doya doya içime çektim. Minicikti.

"Seni özledim." Fısıldadı bana aşağıdan iri gözleriyle bakarken. Binlerce yıldız kaydı ve her biri gözlerine saklandı. Zamanı yavaşlatıyordu bakışları.

"Ben de çok özledim. Biraz daha göremezsem nefes alamayacaktım." Yanakları allandı hemen. Utangaç ama bir o kadar da cesurdu. Uzun kahküllerini geriye ittim onu daha iyi görebilmek için. Beyaz boynunu öperken elleri ceketimi tutuyordu sıkıca.

Boy In The Bubble|| JayWonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin