-XXVII-

424 30 80
                                    

Merhabalaaar!
Nasılsınız? Umarım herkes çoook çok iyidir.

Size dehşet bir bölümle geldim. Ama yorum sayısı belirli bir seviye gelmeden sonraki bölümü atamamaya karar verdim. Zira okunma sayısına orantısız olan yorumlar ilham verici değil.

Bölüm şarkısı: Soap and skin-me and the devil

Mutlaka bu şarkıyı bölüm içinde belirtilen noktadan başlatın. İleride göreceksiniz uyarıyı.

Sevgilerle❄️

***
Seul, Güney Kore~

Jay'den

Bir fırtınanın ortasında kucağımdaki yeni açmış çiçeği korumayı denediğim gerçeği yüzüme her gün daha da sert çarparken kollarımda uyuyan küçük sevgilimin kirpiklerinin hareketinden, avucumda kaybolan minik eline kadar her bir detayı teker teker kafama yazmayı deniyordum.

Bir fotoğraf karesi böyle hissettirebilir miydi? Narin ellerinin sıcaklığı, boynuma çarpan nefesinin hayatıma can katışı... Hangi birini, hangi kareye sığdırabilirdim ki? Yanımda olmalıydı. Tam da burada, kollarımda.

Onun şimdi kalbimde ve aklımda edindiği yeri başka neyle doldurabileceğimi hayatım boyunca sorgulamıştım ben. Hayatım boyunca bir şeylerin, ya da bir hissin o derin boşluğu yok etmesi için etrafta deli gibi koşturmuştum. Ve yorulmuştum sonunda. Ulaşamadığım her seferinde hırsla bir duvarın arkasında olduğuna inandığım o parçayı yakalamak uğruna duvara toslamış, canımın acısını göze almıştım.

Oysa şimdi görüyordum. İçimdeki boşluk benim arayıp bulacağım bir parçayla değil, kaderin önüme getireceği biriyle dolabilirdi ancak. Yerine kimseyi sevemeyeceğim kadar değerli biriyle...

Yüzündeki ufak bandaja baktım sonra karanlıkta. Cam kenarına taktığı kablolu ışıkların el verdiği kadarıyla gördüğüm yüzüne yaklaştım. Canının acıdığını biliyordum. Dün gece Kore'ye gelir gelmez gittiğimiz doktorun dediğine göre iz kalmayacaktı. Zaten güzel yüzüne zarar verdiği için soyunu kurutmak istediğim Hyunjin'in izini taşımak istemediğini söylemişti yol boyu telaşla. Gözlerindeki panik ve korku insanı dizlerinin üzerine çöktürecek türdendi.

Saat gece üçe gelirken neden hala uyuyamadığıma emin değildim. En az Jungwon kadar yorulmuştum esasen. Yine de uykum bir türlü gelmiyordu. Sadece 'acaba'lar kafamın içinde birer tilki gibi dolanırken bir gün çok geç kalırsam ve ona bir zarar gelirse kendimi nasıl affedeceğimi düşünüyordum. Aslında en başından beri yüreğimdeki ağırlığın bir sebebi de bu fikirdi.

Sağ elimi uzatıp yanağına dokunduğumda boyun girintime iyice yapıştı. Son günlerde fiziksel temas konusunda daha cesaretli ve rahat davranıyordu. En azından bunu aşabildiğimiz için mutluydum.

Gerçekten olgun biriydi. Hayat onun erken büyümesine sebep olmuş, her şartta yalnız savaşmaya alışık olan doğası yüzünden yardım istemeyi sevmeyen birine çevirmişti. Ne kadar zorda olursa olsun kimseye yük olmak istemiyor, en ufak bir iyilikte ya da rutin olan herhangi bir davranışta bile defalarca teşekkür ediyordu.

Kibar biriydi. Ses tonu sakin, kimseyi kırmamaya özen gösteren bir melekti o. Daha birkaç aydır tanıştığı arkadaşlarımı bile yumuşattığına inanamıyordum bazen. Özellikle de Taehyung.
Kim Taehyung dışarda soğuk herifin tekiydi benim gibi. Onun Jungwon'u ekipteki diğer herkesi olduğu gibi sahiplenmesi beni şaşırtıyordu. Başta öyle şüpheyle yaklaşmışken şimdi ise bambaşka bir tavır gösterip ona saygı duyuyordu. Öyle ya, Jungwon'un hak ettiği de bu ve daha iyisiydi.

Boy In The Bubble|| JayWonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin