Hava insanı bayıltacak kadar sıcaktı. Ve caddedeki insanlar bir koşuşturmaca içindeydi. İnsanların hepsi hayatları boyunca bir şeye yetişmeye çalışıyordu. Acele ve telaş her daim insanın yanı başındaydı. Dakiklik bir şeyi değiştirmezdi. Bir şeyler her zaman sizi bir yerde bekliyor olurdu. Yıldızların geceyi beklediği gibi... Ağacın baharı beklediği gibi...
Tuğçe de odasındaki camın önünde bekliyordu. Mutlu bir haberin telefonuna gelmesini istiyordu. Üç gündür ne bir ses ne bir nefes vardı abisinden. Öylesine çekiniyordu ki arayamıyordu bile... Öğle vakti daha gelmemişti ve bar boştu. Dün gece kafası güzel olan insanlar ayılınca muhtemelen tekrar geri geleceklerdi. Ve Tuğçe yine bekleyecekti.Düşündü camın önünde durarak. Kendisinin beklediği gibi annesi de ölümü bekliyor olabilir miydi? Ne zaman bir ambulans görse, Allah şifa versin, derdi. Ama şifa iki türlü olabilirdi insan için... Annesi anlatmıştı bir zamanlar. Şifa iyileşmek manasına gelebilirdi. İlaç da olabilirdi, çare de... Fakat bazı insanlar için çare, ölüm demekti. Yaşlı bir insanın müthiş acı veren bir hastalığı olursa ve asla iyileşmeyecekse hastalığı onun için ölüm bir çare, acılarından kurtulmak için bir kapı olabilirdi. Ve o, insanlar ölümü severdi. Güneş'in sabahı beklemesi gibi, beklerlerdi ölümü. Bir annenin çocuğunu doğurmayı beklediği gibi!.. Tanıdık ayak sesleri kulaklarına ulaştı. Onun kokusunu her yerde tanırdı. Arkasını döndü ve Alp'in siyah güzel gözleriyle karşılaştı. Birbirlerine baktılar öylece... Ne olursa olsun, birbirlerine düşmanlarının bile yapmayacakları kötü şeyler yapsalar yine teselliyi birbirlerinde bulacaklardı. Alp dudaklarını araladı bir sözcük için. Fakat tam o sırada Tuğçe'nin telefonu masanın üzerinde titredi. Titremenin kısalığına bakılırsa bir mesajdı muhtemelen. Tuğçe'nin beklemesi sonuçlanmıştı. Belki olumlu, belki de olumsuz... Ama elini kaldırıp telefonu alacak gücü bulamıyordu kendinde. Deli gibi korkuyordu kaybetmekten. Telefona dikilmiş mavi gözlerini kaldırdı ve Alp'e dikti. O gözlerde bir yalvarış vardı. Alp'in, Tuğçe'yi anlamak için söze ihtiyacı yoktu. Yavaşça masaya yürüdü. Kalbi gümleyerek atıyordu. O an, olumlu bir sonucu Tuğçe'den çok daha fazla istiyordu. Sanki kendi annesini tekrar kaybediyordu. Kilidi kaydırarak telefonu açtı. Mesaj aniden açılmıştı. Gözlerini kaldırdığı zaman siyah irislerinde acı vardı.Tuğçe gözlerini yumdu ve yaşların akmasına izin verdi. Hayat ondan birini daha alırken kalbindeki yas başlamıştı. Alp arabasının motorunu durdurdu. Anahtarı kontaktan çekti. Fakat arabadan çıkmadı. Gözlerini arabanın camına dikti. Elleri direksiyonu sıkıyordu. "Burası mı?" diye sordu yanındaki koltukta oturan Tuğçe.Alp'in cevabı başını olumlu olarak sallamasıydı. Genç kız bakışlarını mezarlığa çevirdi. Mezarlığın arka tarafında arabanın içinde sessizlikle beraber oturuyorlardı. Orada, toprağın altında artık yaşamayan insanlar kendilerine yer edinmişlerdi ve az sonra annesinin de bu dünyadaki yeri orası olacaktı. Tuğçe'nin eli kapının koluna gitti. Alp genç kızın koluna dokundu. "Bundan emin misin?"diye sordu Tuğçe'nin gözleri ona dönünce.Tuğçe güçlü görünüyordu ama yaklaşan fırtına gözlerinin derinliklerinde bekliyordu. Ölüm haberinin almasının üzerinden üç gün geçmesine rağmen gözleri hala dökülen gözyaşların tazeliğiyle kıpkırmızıydı."Eminim,"diye mırıldandı."Fazla yaklaşamayız, biliyorsun."diye uyardı Alp. "İncinmeni istemiyorum, Tuğçe."Tuğçe başını sallayarak kabul etti ama Alp'in bilmediği bir şey vardı. Tuğçe çoktan incinmişti incindiği kadar.Mezarlıktan içeri girdireler yan yana yürüyerek. Cenaze alayına çok fazla yaklaşamadan kalın gövdeli bir kavak ağacının arkasında durdular. Tuğçe elini ağaca yaslayarak kavak ağacının gövdesinden destek aldı. Alp onun hemen arkasındaydı.Tuğçe kalabalığın içinden abisini hemen buldu. Harun'un kahverengi gözlerinin altında siyah halkalar belirmişti. Babalarının yanında duruyordu. Babası acıyla kazılan mezara bakıyordu. Ve tabutun içinde annesi... Bir senedir ilk defa tüm aile bir araydılar. Ama anne ölü, kız yarı ölü olarak... Tuğçe bedeninin titrediğini hissetmeye başladığında annesinin üzerine toprak atıyorlardı. Kavak ağacına tutundu. Gözlerini sıktı fakat işe yaramıyordu. Gözyaşları dökülmeye başladı. Alp onu kollarının arasına aldı. Tuğçe gözyaşlarıyla onun mavi gömleğini ıslattı. Genç adam onun saçlarını okşadı. Harun'un gözleri, Alp'inkilerle buluştu. Abisi kız kardeşine baktı. Alp'e sıkıca sarılmış yüzünü onun göğsüne gömmüştü. Harun onlara bir süre baktı. Ardından kimseye fark ettirmemek istercesine gözlerini başka tarafa çevirdi.Yarım saat sonra cenaze alayı tümüyle dağıldı. Geriye hiç kimsenin kalmadığından emin oldukları zaman Alp Tuğçe'nin elini tutup yeni kapatılmış mezarın yanına götürdü.Tuğçe mezar taşının yanına çöktü. Elini mermerde annesinin isminin kazındığı yerde gezdirdi. Elini toprağa koydu ve ağzından "Anne..." feryadının kaçmasını engelleyemedi. Avucu toprağı sıktı. Alp onun arkasında ayakta bekliyordu. Arkasında bir ayağın yaprağı ezme sesiyle geriye döndü. Harun gözleri kız kardeşinde onlara yaklaşıyordu. Tuğçe onun geldiğini ya fark etmemişti ya da umursamıyordu. Harun'un bakışları Alp'e döndü. Kahverengi gözleri sorgulayıcıydı."Alp,"dedi genç adam kendini tanıtmak istercesine."Harun."Harun endişeyle Tuğçe'ye baktı. "Ona iyi bak,"dedi Alp'e. "O, benim her şeyim. Eğer onu üzersen ben de seni üzerim.""Onu seviyorum,"Alp'in cevabı içtendi. "Kendimden bile daha çok seviyorum."Harun samimiyetini anlamak için Alp'in gözlerine baktı. Zaman, ona güvenip güvenemeyeceğini gösterecekti. Genç adam kız kardeşine yürüdü. Tuğçe'nin yanına çöktü. Genç kızı kollarının arasına aldı. Tuğçe'nin yaşları duruncaya kadar öylece beklediler. "Ben hep buradayım,"diye mırıldandı Harun Tuğçe'nin kulağına. "Ne zaman canın yansa, sakın beni aramakta çekinme, tamam mı? Hemen yanına gelirim,"diyerek güvence verdi.Tuğçe başını sallayıp abisiyle vedalaştı. Alp elini ona uzattı. Tuğçe onun elini tuttu ve abisine son kez baktı. Ailesinden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Arabada sessizce yol aldılar. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Güneş dağların arkasına çekilerek onları terk ediyordu. Tuğçe'nin aldığı nefesler ona acı veriyordu. Bu soluklar ki, göğsünü daraltıyor, onu rahatsız ediyordu. Araba sahilin önünden geçerken artık iradesinin son demlerini yaşıyordu. Dayanamamak, hiç bu kadar can yakmamıştı."Durdur arabayı,"derken fısıltısı bir yakarıştı.Alp'in endişeli gözleri Tuğçe'ye döndü. Genç kızın siyah kâkülleri terden alnına yapışmıştı. Tuğçe elini boğazına götürdü."N'oldu?""Nefes-..." İçine çektiği soluk boğazını yakmıştı. "...alamıyorum."Hızlıca inip kalkıyordu göğsü. Başı dönmeye, önlerinde uzanan yol bulanıklaşmaya başlamıştı. Alp'in içi korkuyla doldu ve ne yapacağını bilemedi."Durdur arabayı!"diye bağırdı Tuğçe gücünün son parçalarıyla. Sanki Alp'e hatırlatmak istiyordu ne dediğini.Genç adam arabayı kenara çeker çekmez Tuğçe kendini dışarı attı. Hızla yürüyerek denizin önüne kadar geldi. Akşam esintisi saçlarını geriye itiyor, terlemiş yüzüne ferah ferah çarpıyordu. Ayın ışıltısı gökyüzü gibi siyah denizin üzerinde yakamoz oluşturmuştu. Ayın gölgesi suyun üzerinde nazlı bir gelin gibi salınıyordu. Etrafta sahile duran dalgaların sesinden başka hiçbir şey yoktu. Ve az sonra o seslere Tuğçe'nin hıçkırıkları karıştı.Alp onun arkasından arabadan çıkmıştı. Tuğçe eğilip dizlerine tutunurken ona baktı. Genç kız siyah elbisesiyle karanlıkla uyum sağlıyordu. Genç kız denizin taze kokusunu içine çekerken dizlerinin üstüne çöktü. Alp ona yaklaştı içinde yükselen acıyla. Tuğçe'yi böyle görmek onu bitiriyordu. Arkasında durup ayakta bekledi. "Neden?"dedi Tuğçe. O kadar kısık sesle konuşmuştu ki Alp onu zorlukla duydu."Neden bunları yaşıyorum? Oysa ben hiçbirini istemedim. Mutluydum, gerçekten mutluydum. Şimdi her gün biraz daha ölüyorum."Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. "Ben seni çok sevdim, Alp. Meyra'yı da kız kardeşim gibi gördüm hep. Neden bana ihanet ettiniz? Beni neden bu hale getirdiniz?"Alp donakaldı. Tuğçe ondan hesap soruyordu! Genç kız büyük bir acı içindeydi. Muhtemelen asla söylemeyeceği sözler söylüyordu fakat buna hakkı vardı, biliyordu. Alp'in göğsünü suçluluk duygusu kapladı. Gözlerini sımsıkı yumdu.Mecburdum, dedi içinden. Aptaldım ve çok gençtim. Hayatta kalmaya çalışıyordum. Sana zarar vermek istemezdim. Seni her şeyden çok seviyorum.Fakat hiçbirini söylemedi. Gözlerini sımsıkı yumdu. Orada kendi karanlığı vardı. Günahları, orada gizli bir kapının ardındaydı."Belki bütün bunlar olmasaydı, evimde olurdum şimdi. Annem yanımda olurdu. Neden? Ben bunların hiçbirini istemedim ki..."Tuğçe'nin bedeni fırtınanın ortasında kalmış bir yaprak gibi titriyordu. Gücü tükenmişti. Canı yanıyordu. Bu ilkbahar akşamında, hüzün onu gelip bulmuştu. O sahile vuran dalgaların en güçsüzüydü. Alp, Tuğçe'yi eve bıraktıktan sonra kendi evine geldi. Genç kızın yanında olmak ve onun acısını paylaşmak istiyordu. Tuğçe ise yalnız kalmak istediğini kesin bir dille ifade emişti. Alp eve girdiğinde ortalığın tamamen karanlık olduğunu gördü. Yavaş adımlarla salona yürüdü. Adımları parke zeminde ses yapıyor ve boş evde yankılanıyordu. Siyah koltuğa L şeklindeki koltuğa oturup gözlerini tavana dikti. Siyah perdelerinin arasından caddenin ışığı içeri düşüyordu. Kendi ruhu gibi siyahtı evi. Bir zamanlar, ne kadar çok severdi evini. Her şeyini kendi düzenlemiş ve kendisi istemişti. Barda süren partiler ve bolca insan zehirlemenin ardından burası ona huzur verirdi. Fakat şimdi ev tıpkı sahibi gibi boş ve yapayalnızdı. Ya da eski sahibi gibi... Alp, Tuğçe'yle yurtdışına kaçma planları yaptığı sırada satmıştı evi fakat yeni sahibi daha oturmaya başlamamıştı.Tuğçe'yle aynı evde kaldığı zamanlar her şey mükemmeldi. Onun sıcaklığına ve sevgisine o kadar kısa sürede almıştı ki... Elleriyle yüzünü sıvazladı. Tuğçe'yle birlikte kurduğu içinde asla karanlık barındırmayan geleceği artık tozlu raflara kaldırılmıştı. İmkânsızın sözlük anlamıydı onlar için mutlu bir gelecek... Sonsuza kadar bu çukurun içinde kalacaklardı.Ve ruhundaki canavar, Tuğçe'nin hayatından gidişiyle yeniden ortaya çıkmaya başlamıştı. Artık savaşacağı hiçbir şeyi kalmamıştı. Yine amaçsızdı. Yine bomboş ve terk edilmişti. Bu yüzden içindeki canavara uyarak ayağa kalktı. Ufak bir masayı kenara çekti. Parke burada aşınmıştı. Tahtayı yavaşça kaldırdı ve parkenin altındaki çukurdan her şeye neden olan beyaz tozu çıkardı.Eroin bu gece ona kendi adını bile unuttururdu. Şeffaf poşetin içindeki toz halinden memnundu. Alp'in ona olan dönüşünü sevinçle karşılamıştı ve sinsice sırıyordu. Sanki başından beri genç adamın dayanamayacağını biliyormuş gibi...Alp, malzemeleri çıkardı ve masaya yaydı. Canavar bilinçaltını ele geçirmişti. Tüm hücreleri beyaz toza muhtaç kalmışçasına yalvarıyordu. Alp eroine bir kez daha yenilmişti. Ve Tuğçe'yle Alp'i ayıran, onları imkânsızlaştıran yaşanılanlar değildi. Onların tanışmalarına sebep olduğu gibi uzaklaştıran da masanın üzerinde duran eroindi. Damarları muhtaç olduğu enerjiye kavuşacaklarının bilincinde kanla şakıyorlardı. Ve kalbi hızla atıyordu.Alp, bu sabah Tuğçe'nin gözyaşlarıyla ıslanan gömleğinin düğmelerini çözdü ve omuzlarından sıyırdı. Gömleği yumruğunun içinde sıkarak burnuna yaklaştırdı. Gözlerini kapatarak içine derin bir nefes çekti. Alp ve Tuğçe'nin kokusu birbirine karışmıştı. Tıpkı birbirlerine karışan aşkları gibi... Öpüşürken birbirlerine dolanan nefesleri gibi... Ve Alp'in uyumadan önce kollarını Tuğçe'ye sarması gibi... Öyle birbirlerine karışmıştı kokuları...Gömleği koltuğa bırakıp kaşığa uzandı. Eroinden bir kaşık alıp üzerine limon sıktı. Çakmağı kaşığın altında tutarak sıvının ısınmasını sağladıktan sonra şırınganın içine doldurdu sıvıyı. Dirseğinin biraz üzerinden lastiği bağlayarak damarını ortaya çıkardı. Şırıngayı damarına sapladı. Gözünün önünde ani bir flaş patladı. Ardından siyah-beyaz olan dünyası bin bir renkle doldu. Göz bebekleri büyümüştü. Koltuğa sırtüstü uzandı. Havai fişekler, simler ve garip yüz şekilleri görüyordu. Gözünün önünde ufak bir noktanın etrafında renkler döndü, döndü ve sonunda bir flaş daha patladı. Tuğçe'nin güzel mavi gözleri belirdi. Alp elini uzattı ve genç kızın yüzüne dokundu. Tuğçe ona gülümsüyordu. Genç kızın gülümsemesi aniden değişti. Tuğçe'nin yüzü Kaptan'a dönüştü. Alp elini çekti. Kaptan'ın yüzü güzel, yüzü belirsiz bir kadına dönüştü. Saçları Alp'inkilerle aynı renkti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avcı|Tehlikeli Ruhlar Serisi 1|
RomanceAvcı, uçurumun esaretini de gördü, gökyüzünün özgürlüğünü de... Avcı, acıyı da tattı, çaresizliği de... Dünya'nın ona öğrettiği tek şey adaletsizlik Ve bulduğu tek çözüm, her şeye rağmen hayatta kalmak Yemini, bir daha asla güçsüz olmamak Amacına ul...