Tuğçe’nin Evi, İstanbul, 2012
Başını yastığa koyup gözlerini kapattı genç kız. Kulaklığı kulağına en sevdiği şarkılardan birini fısıldıyordu. Evde yalnızdı ve sessizliğin tadını çıkarıyordu. İlk önce parmak uçlarında hissettiği titremeyi şimdi kalbinde hissedebiliyordu. Gözlerini hızla açtı. Kulaklıklarını çıkarttı. Çünkü uğultudan başka bir şey duymuyordu. Oda dönüyordu, dünya dönüyordu. Yere tereddütlü bir adım attı. Kendi aldığı nefes seslerini duyabiliyordu. Midesinin kalktığını hissetti. Gardırobunun en alt çekmecesine uzandı. Çamaşırlarının en altına elini uzattı. Eli boş zeminde gezindi. Yoktu! Diğer çekmeceyi aradı, bulamadı. Nefes nefese yere oturdu. Sırtını dolaba yaslayıp tavana baktı. Gözleri yaşarmıştı. Son bir gayretle çalışma masasındaki çekmecelere uzandı. Üçüncü çekmeceyi açıp elini en arkaya doğru gezdirdi. Eline birkaç kalem, birkaç da silgi gelince buğulanmış gözleri öfkeyle parladı.
“Yok! Yok!”diye haykırdı.
Elini kaldırdı. Ne kadar hızlı olmaya çalışırsa sanki o kadar ağır çekimle hareket ediyordu her şey. İkinci çekmeceyi açıp mavi kutuyu aldı. Ne olur burada olsun, diye yalvarıyordu bir yandan. Kutunun dibindeki beyaz tozu görünce gözlerine inanamadı. Şırıngayı eline alıp beyaz tozu içine boşalttı. Biraz limon suyu koydu çay kaşığıyla. Elleri tir tir titriyordu. Ceketinin kollarını dirseğine kadar sıyırdı. Dayanacak gücü kalmamıştı. Damarları bu berbat toza açtı. Şırıngayı koluna sapladı. Uyuşturucu, iğneden vücuduna akın ederken rahatladı.
Yüzü ter içinde kalmış, kakülleri alnına yapışmıştı. Bedenindeki titreme durdu. İçindeki canavar sonunda susmuştu. Gözlerini açtı usulca. Başının üstünde pembe bulutlar görüyordu. Mavi gözlerini kırpıştırdı. Kulaklarındaki uğultu susar susmaz dış kapının açılma sesini duydu.
”Tuğçe?”diye bağırdı annesi.
Genç kız yutkundu. Sesinin titremesini istemiyordu.”Buradayım anne…”
Hızla iğneyi çıkarınca canı acıdı. İnlemesini önleyemedi. Mavi kutuyu çekmeceye geri koydu. Şırıngayı, dolabının altına attı. Ceketini bileğine indirdi. Yüzündeki teri koluyla silip gülümsemeye çalıştı. Odasının kapısını açıp mutfağa yöneldi. Annesinin yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. Masadaki torbalara baktı.
“Oooo! Akşama ziyafet mi var yoksa Nuran Sultan?”
Sesini meraklı tutmaya çalışmıştı oysa içinden hiçbir şey yemek gelmiyordu. Bünyesi annesinin yemeklerini değil, başka bir şeyi tercih etmişti.
“Hem senin hem abinin sevdiği yemekleri yapayım akşama ama ilk önce yardım et de şu torbaları buzdolabına koyalım.”dedi gülerek Nuran Hanım.
Buzdolabını açtı. Tuğçe torbalardan birine uzanırken avucuna doğru süzülen kanı gördü. Dirseğindeki kanamayı şimdi hissetmişti. Siyah ceketini ıslatan kirli kanı tenine değiyordu. Parmaklarına doğru yol alan kanını annesine fark ettirmeden sildi.
Tuğçe’nin Evi, İstanbul, Bir 2012 Sabahı
Genç kız gözlerini yavaşça açtı. Alarmını en sevdiği şarkıyı yapmakta hata etmişti. Uyanması için çalan bu şarkıyı ne kadar severse sevsin uykusunu bölmesi onu kızdırıyordu. Abisinin kapıyı çalmasıyla gözlerini tamamen açtı. Gün başlıyordu!
“Günaydın, cennet yaprağım!”dedi abisi Harun gülümseyerek. Tuğçe, abisinin yanaklarında beliren gamzeyi görünce keyiflenmişti.
“Günaydın, abican!”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avcı|Tehlikeli Ruhlar Serisi 1|
RomanceAvcı, uçurumun esaretini de gördü, gökyüzünün özgürlüğünü de... Avcı, acıyı da tattı, çaresizliği de... Dünya'nın ona öğrettiği tek şey adaletsizlik Ve bulduğu tek çözüm, her şeye rağmen hayatta kalmak Yemini, bir daha asla güçsüz olmamak Amacına ul...