Bölüm 6|Isırılmış Kurabiye|

14.5K 615 21
                                    

Güneş, yüksek ve modern binaların arasından siyah gözlerine bir ışık huzmesi fırlattı. Kıpırdandı. Çok iyi uyumuştu ve on sekiz senelik yaşamında daha önce hiç bu kadar mutlu uyanmamıştı.

Omzunun üzerinde bir ağırlık hissetti. Ve gözlerini açınca Tuğçe’yle birbirlerine dolanmış olduklarını gördü. Şaşkınlıkla bir an için öylece bakakalsa da daha sonra kızın başının kalbinin üzerinde olduğunu fark etti. İçine garip bir huzur yayıldı. Buradaydı!

Alp’in yanında ne kadar güvende olabilirse o kadar güvendeydi.  Genç adam gözlerini kapatıp uykuya geri dalmayı istedi. Ama eğer Tuğçe uyanırsa ve ona böyle sarıldığını görürse hiç iyi şeyler olmazdı. Onun izni olmadan ona dokunmayacağına söz vermişti ama uykusunda yaptığı bilinçsiz hareketlerden dolayı da yargılanamazdı.

Gerçi Tuğçe söz konusu olunca onun ne yapacağını hiçbir zaman kestiremiyordu. Hafifçe genç kızın kendi beline dolanmış kolunu kaldırdı ve yanına koydu. Tuğçe anlamsızca homurdanınca irkildi. Genç kız kolunu tekrar çocuğun göğsüne attı.

Alp tekrar bileğini tutup elini yanına koydu. Kalkmaya yeltenirken Tuğçe bu defa da bacağını Alp’in bacaklarının üzerine sertçe atınca genç adam gözlerini devirdi. Kahkahasını son anda yuttu. Şimdi kim deli yatıyormuş, gördük!, diye mırıldandı sessizce.

İçindeki çapkın genç adam ona yataktan kalmamasını ve Tuğçe’nin kendi bacaklarının üzerindeki bacağını görmesine izin vermesini söylüyordu. Diğer tarafta yeni ortaya çıkmış asil tarafı eğer bunu yaparsa Tuğçe’nin ömür boyu bunu başına kakacağını hatırlattı. Çünkü biliyordu, bunu yapardı. Her saniyesinden zevk alır ve asla vazgeçmezdi. Bir konuyu ne kadar uzattığına defalarca tanık olmuştu.

Doğrulup, Tuğçe’nin bacağını dizinden tutup kaldırırken içindeki sapık ruh tüm erkeksi içgüdüleriyle yüzeye çıktı ve Alp kızın üzerindeki erkek gömleğine ufak bir bakış atmadan edemedi. Güzel, tasasız ve koyu mavi kot pantolonunun içinde çok… çekici görünüyordu.

Bu bir kızla ilk uyuyuşu değildi elbette ama daha önce hiçbir kızla giyinik şekilde uyumamıştı. Ve bu giyinik olma durumu içindeki sapık ruhu kıpırdandırdı. Siyah tişörtünü üzerine geçirirken bu durumdan hoşlandığını belli eden bir gülümseme vardı dudaklarında.

Prenses, beyaz elbisesi içinde beyaz büyük salona uyum sağlıyordu. Etraf çok sessizdi ve güneş doğmak üzereydi. Topuklu ayakkabılarının tıkırtısı salona bir ahenk getirmişti. Büyük cam duvarın önündeki koltuğa zarifçe oturdu. Koltuğun önündeki minik sehpada bir fincan sütlü çay görünce gülümsedi. Aynı zarafetle fincanı eline alıp dudaklarına götürdü. Bir yudum aldı. Memnuniyetle iç geçirdi.

“Immm…”

Tuğçe nergis kokulu beyaz çarşaflarının içinde gerindi. Tatlı bir rüyadan uyanırken başını biraz daha yastığa gömüp yan döndü.

“Imm...Hımm?”

Tatlı mırıltısı bir soruya dönüştü. Mavi gözlerini kırpıştırarak açtı ve tavana baktı. Rüya çok farklı ve ilgi çekiciydi fakat garipti.

Prenses?

Bir Kraliçe olması gerekirdi.

Zarafet?

Dağılmış saçları ve delice dolandığı çarşaflar içindeyken mi?

Ve daha da garibi…

Sütlü Çay?

Bir İngiliz değildi, bir İngiliz Prensesi hiç değildi ve ona göre sütlü çay mı olurdu? Zevksiz insanların zevksiz damak tatları, diye düşündü.

Avcı|Tehlikeli Ruhlar Serisi 1| Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin