Bölüm Otuz Altı

136 6 0
                                    

Karanlığı delerek geçen far direk olarak Miles'ın suratına vuruyordu. Yüzü aydınlandığı anda onda değişen tek şeyin; Yüzündeki ifade olduğunu fark ettim. Önceden daha sakin ve samimi gözükürken şimdi yüz ifadesi daha karanlık ve tehlikeli duruyordu. Gözleri lav püskürtürken, dudaklarının bir kenarı yavaşça yukarıya kıvrıldı. Hemen ardından gök bir iki saniyeliğine aydınlandı. Şimşek çakmıştı. Çakan şimşeğin hemen ardından gri bulutlardan birden bire su damlaları boşaldı. Miles ise elindeki telefonu kapattı ve telefonunu cebine soktu. Yağmur,  Miles'ın ruh haline bürünmüş gibi bir şekilde yağıyordu. Miles ise bundan hiç bir şekilde etkilenmedi. Aksine bunu seviyormuş gibi duruyordu. Rüzgar saçını geriye doğru savurmaya başladı. Yüzüne düşen bir tutam saçı geriye attı ve gözlerini bana dikti. Gözlerimi gözlerinden kaçırıp dolunaya baktım. Derin bir soluk aldım ve etrafıma bakındım. Geniş, uzun ve ormanlık alandan geçen bir ana yoldaydım. Yoldan tek bir araba dahi geçmiyordu. Çünkü bu yol şehir dışına çıkmak için kullanılan bir yoldu ve ben bunu yolu uzatmak için kullanmıştım. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağmaya devam etti. Kendime bir kez daha küfrettim. Ne vardı da yolu uzattım? Neden bir şarkı için kısa yol yerine burayı seçtim?

İşte hayat böyleydi. Kaderimizi kendimiz seçiyorduk. Bir gün kısa yolu kullanmak yerine uzun yolu kullansaydık, bir gün erken gitmemiz gereken yere geç gitmeseydik, bir gün evde saatlerimizi harcamak yerine dışarıya çıksaydık nelerin değişebileceğini biliyor muydunuz? Belki orada ileride hayatınızın aşkı olacak adamla tanışacaktınız. Belki de trafik kazası geçirecektiniz? Kim bilir? Hiç kimse. Ama bilinen o ki hayatta ki her adımımız biz fark etmesek de birer seçimden ibaretti. Benim seçimim uzun yoldan yanaydı ve bu benim için hiçte iyi olmamıştı. Bu yolu seçerek adeta ölüm fermanımı imzalamıştım. Şimdi ise olabildiğince mantıklı düşünmem gerekiyordu. Direksiyonu sıkan ellerimi gevşettim ve düşünmeye başladım. Öncelikle, Miles onun hakkında olanları bildiğimi bilmiyordu. Bilseydi gizliden gizliye bir şey yapmak için çekinecek bir şeyi kalmazdı. Ki aynı zamanda bunları nasıl öğrendiğimi merak edecek ve ilk aklına gelen şey, Niall olacaktı. Bu da Niall'ı doğrudan hedef yapıyordu. Fakat Niall iyiydi. Bu da Miles'ın onun hakkındakileri öğrendiğimi bilmediğini açıklıyordu. Öte yandan istediği tek şey ben olduğum için bunu öğrendiğimi bilse de bilmese de aklına koyduğu şeyi yapacaktı. Yani bilip bilmemesi sadece bunun zamanını erkene alacak ya da erteleyecekti ve olan yine olacaktı. Ne yapsam bilemiyordum. Çünkü her iki türlü benim zararıma olacaktı. Ondan kaçsam tüm her şeyi öğrendiğimi bilecek ve yalnızca benim başıma değil Niall'ın başına da bela olacaktı. Ayrıca onu hiç olmadığı kadar kızdırmış olacaktım ve bu onun hiç yüzleşmek istemediğim tarafıydı. Eğer kaçmazsamda beni şimdi burada kaçırabilir ve dilediğini yapabilirdi. Öte yandan benimle hala oyun oynuyorsa şu anlık bir şey yapmazdı. Bu da bana zaman kazandırmış olacaktı. Ama bu saatte böyle bir yolda tek başına olması hiç hayra alamet değildi. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Kaçsam mı yoksa kalsam mı bilmiyordum. Belki de ezmeliyim? Böylece tüm sorunu kökünden halletmiş olurdum. Sonra hapse girerdim ve Niall'dan tekrar uzak kalırdım ve hapishanede birisini öldürdüm diye kafayı yerdim. Evet, gerçekten harika bir fikir!

Öte yandan Miles az önce telefonunu cebine koymuştu. Az önce birisiyle konuşuyor olmalıydı. Yani buraya benim için gelmemiş olabilir ve sadece yolda kalmış da olabilirdi. Ama bu yolda sadece benim arabamın bulunduğunu göz ardı etmeyecek olursam bu olasılıkta pek mümkün sayılmazdı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Kaçsam da kaçmasam da sonumun ne olacağı belliydi. Ama teslimde olamazdım. Ah, keşke şu an Miles'ın ne düşündüğünü bilseydim. İşte o zaman her şey daha kolay olabilirdi. Miles, kısa sürede adımlarını arabamın yanına doğru yönlendirdi. Aynı zamanda bir eli ise pantolonunun cebindeydi. Görüntüsü sanki bir davet ya da iş toplantısından çıkmış gibi  gözüküyordu. Üzerinde siyah bir takım elbise vardı. Gömleğinin düğmelerini boğazına kadar iliklemiş, kravatını da yakasına kadar çekmişti. Siyah pantolonu yeni ütülenmiş gibiydi. Ne yazık ki bu yağmurdan sonra eksi hali kalmayacaktı.

Mutlu Yıllar (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin