altmış sekiz

518 32 1
                                    

.68.


      "Deniz," diye mırıldanarak elindeki kalemi bırakıp sıkıntılı nefeslerle masaya doğru eğilen Eda'ya kısa bir bakış attım çözdüğüm sorunun sonunu getirip şıkkı işaretlerken. "Efendim Eda?"

Elindeki kalemi sallayarak, "Ne çözüyorsun?" diye sordu hızlıca.

"Parabol. Ne oldu? Sorun mu var?" derken sayfayı çevirdim ve kafamı kaldırdım.

Kahvaltının ardından saatler geçmiş, güneş batmaya dayanmış akşam olmuştu; masayı toplayıp herkes içecek bir şeyler aldığında masaya kitaplarımız defterlerimiz ve kalemlerimizle kurulmuştuk. Ben, masanın boyuna doğru en sonda oturuyordum; matematikle başlamıştım çalışmaya ki hızlıca eksiklerimi kapatıp tekrarlarımı da yapmak için. Kitabın en başından teker teker testleri çözmeye başlamıştım, bir tık can sıkkınlığı basmaya başlamıştı ama ne zaman boğulacak gibi olsam telefonda çalan şarkıyı değiştiriyordum ve böylece kendimi yenilenmiş gibi hissediyordum.

Sağ tarafında çaprazımda kalan sandalyede, masanın enine ucunda Gediz oturuyordu; açık olan borçlar hukuku kitabından bir sürü notlar almış ve onları öğrenebilmek için de bazen masadan kalkıp birkaç dakika boyunca kendi kendine dolaşarak ezberlemeye çalışıyordu. Dikkatini dağıtmamak için hepimiz gibi kulaklarını takmıştı, klasik müzik dinliyordu ki birkaç dakika önce su almak için kalktığında ne dinlediğine bakmıştım. 

Sözsüz müzikle daha iyi odaklanabildiğini bu nedenle de sakin ilerleyen, temposuz; mümkünse de herhangi bir trajediyi yansıtmayan şeffaf şarkılar dinlediğini söylemişti. İlginç gelmişti oldukça.

Hemen yanımda Gül, kulağında kablolu kulaklıkları; kıvırcık çenesine doğru dökülen küt saçları ders çalışırken onu rahatsız ettiği için toplamış ve edebiyat çözerken sıkça bir şeylerin altlarını çizdiği için elinin kenarı kararmıştı. Çay içiyordu çokça, kaçıncı çayı olduğunu hatırlayamasam da bir süre sonra saymayı bırakmıştım. O, çay dışında kafasını bile kaldırmazken Eda'nın dikkati çok dağılmıştı.

Gerçi onun dikkati her zaman dağınık oluyordu, çabuk sıkılır ve çok zor odaklanırdı, bu yüzden onunla ders çalışmak biraz zor oluyordu; yine de çalışması gerektiğini bildiği için telefonunu kapatmış müzik bile dinlemiyordu. Bir şarkıya takılıp çözmeye çalıştığı kimya sorularını unutup gidebileceğine inanıyordu, öyleydi de bu yüzden bizimle ders çalışmak daha kolayına geliyordu;  çünkü Gül, odaklandığında kimseyi duymuyordu ve biz de ders çalışmak zorunda kalıyorduk o etrafımızdayken.

Masanın diğer ucunda, Gediz'in iki metre karşısında abim, ceza hukuku çalışıyordu; ona, eğer ceza hukuku çalışmak istiyorsa dizi izleyebileceğinin şakasını yapmış olsam da saçlarımın karıştırılıp elektriklenmesiyle cevabımı almıştım. Gediz'in aksine Demir'in kulaklıklarında çalan rock şarkıların sesini taşıyor, buradan ben bile net bir şekilde durabiliyordum.

Arkada bir kaos varken, hiçbir şeyi umursamayıp önündeki beyaz sayfalara bakmak onun için her zaman daha kolay olmuştu; sanki kafasını çalan müziğe yoruyordu ve çalıştıklarını kendisine bıraktığı ufacık açıklıkta daha rahat öğrenebiliyordu. Açıkçası abimin kafasının nasıl çalıştığı hakkında bir fikrim yoktu, kafasının çalışabildiğinden bile çok yeni haberim oldu bu yüzden oldukça şaşırtıcıydı bu.

Eda ve Demir'in arasında Turunç Emir oturuyor ve benim gibi matematik çözüyordu, çözmeye çalışıyordu; on beş dakikadır kitabı üç kere ters düz çevirip üzerine bir şeyler karalamıştı sırf sıkıntıdan ama henüz tekrar çalışmaya dönebilmiş görünmüyordu. Gerçi aradan yaklaşık altı saat geçmişti, ben bu arada kitaptaki ilk konu olan mantığın tüm testlerini bitirmiş ve fonksiyonlardan parabolle devam etmiştim.

Buz Gibi | Texting  (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin