VI. PART DÖRT

97 90 0
                                    

🖤

Keyifli okumalar!

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin, satır aralarında buluşalım!

🕸️

"Biz Mirza'yla iki yıldır beraberiz."

"İki yıl mı?" deyip ciddiyetle öne doğru çıktım, Erce'nin elini bırakmaya çalıştım fakat daha çok sıkınca üstelemedim. Tuttuğum elinden destek almayı denedim. "Sen benim gözümün içine baka baka Mirza'ya hakaret edip onun orospusu mu oldun?" Başını eğdi. Bakışlarım ellerine kaydığında Beril elini çekmeye, Mirza suskunlukla daha çok sıkmaya devam ediyordu. "Sen nasıl bir yalancısın Beril Açelya?"

"Onun hakkında bu şekilde konuşamazsın." diye atlayan Mirza'ya öfkeli gözlerimi çevirdim. Susarak baktım, hiçbir ifademi konuşturmadım. "Evleneceğim ve sevdiğim kadına küfür edemezsin."

Histerikçe güldüm ve "Evleneceğin kadına küfür etmiyorum," dedim. Ardından her şeyi es geçip yanlarından geçtim Erce'yi de peşime taktım yine.

Yapacağım hamleleri dikkatle seçmeye ve mayınları yerleştirdiğim yerlerden dikkatle atlamaya özen gösterdim. "O kadına kim olduğunu hatırlatıyorum." Omzumun üzerinden onlara bakarken Erce'ye ait olan eşofmanın cebinde anahtarlarımı arıyordum aptal gibi. Oysa anahtar bende değildi. "Hay..." diye başlayıp sonunu küfürle bitireceğim cümlenin ortasına Erce atladı, arka cebinden evimin anahtarını çıkarıp burnumun dibine sokuşturdu.

Kimse konuşmuyordu, 4 kişi de suskundu. İkisi yüzsüzlüğünden, geri kalan bir kişi intikam ateşinden, diğer bir kişi de o ateşi harlamakla meşgul olduğundan susuyordu.

Elinden aldığım anahtarı kapıya taktım ve arkamda kalan ikiliye gözlerimi devirerek baktım. "Gelin bir kahvemi için. Acı." Kilidi açmak için anahtarı üç kere çevirdim ve içeri girip ayakkabılarımı çıkardım, bu sırada Erce'nin elini de sonunda bırakmıştım.

"Yalnız kaldığımızda bunları konuşacağımızı biliyorsunuzdur." Ayakkabı bağcıklarını çözmek için eğildiğinde burun buruna geldik. Gözlerim dudakları ve yeşilleri arasında mekik dokudu, sadece başımı aşağı yukarı salladım. Düşüncelerimi bastırıp önüne geçtim. "Biliyorum."

Eğildiğim yerden tekrar dik konuma geldiğimde gözlerim tekrar kapıdaki yüzsüzlere kaydı, elleri sonunda ayrılmış, bize bön bön bakıyorlardı. Onlara misafirperver bir edayla gülümsedim ve elimle evimin içini gösterdim. "Gelsenize, ayakta kaldınız böyle." Kapıma geleni kovmaktan nefret ettiğim için (!) onları içeri alana kadar pes etmeyecektim.

İçeri geldiklerinde ne yapacağım benim kontrolüm altında olmayacaktı tabii.

İlk önce birbirlerine baktılar. Daha sonra gözleriyle anlaştılar ve içeri girmeyi başarabildiler.

Bu sırada benim kafamda bir şarkı çalıyordu. Bir tür ölüm müziği.

Küçük oyunlarımın girdaplarının büyük savaşlarını en içimde yaşıyordum. O girdaba kendim hariç herkesi yutturabilirdim.

Ben buydum.

Levahir Ayande.

Her şeyin bir sebebini ararken bulduklarım sonucunda ilk önce listeden kendimi elerdim. Bunu, her şeyin bir sebebi var diye yapardım, o yazılı paragraflardan ismimi siler, masumluğa adımımı atardım ve her ne kötülük yapıyorsam bir sebebim olduğu için yapardım. Kötülüğümün ve masum çocukluğumun arasına sıkışan kibrin evladıydım.

LEVAHİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin