"Annem seni çağırıyor," Ege'ye kafamı salladım o da ilk odada göz gezdirdi sonra bana son kez bakıp odadan çıktı. Bu çocuk ayrı bir garipti, bi soğuk bi sıcaktı aramızda o kadar yakın değildi. Arada bana uzun uzun çaktırmadan bakmaya çalışıyordu. Bazense gözlerini dikip beni inceliyordu.
Tarağımı masanın üstüne koyup, aynadan son kez kendime baktım.
Toprak'ın beni havuza atmasından sonra, anlımda ki yaranın üstündeki bez Aras nemlendiği için değiştirmişti. Zaten kabuk bağlamıştı, geçiyor gibiydi. Dizlerimde ki yaralarda aynı şekilde geçmeye başlamıştı. Günlerdir düşünememeye çalışsamda aklımdan çıkmıyordu, kendimi izleniyor gibi hissediyordum. Diken üstündeydim aslında, kendimi güvende hissetmeye çalışıyordum fakat olmuyordu.
Derin bir nefes aldım, telefonumu da alıp odadan çıktım. Benimle birlikte karşımda ki odadan o çıktı. Günlerdir onu görmüyordum, eve gelmediğini biliyordum. Kerem beni görünce bir kaç saniye duraksadı. Odası resmen benimle aynı kattaydı, karşı karşıya!
Bu kadar olur cidden.Siyah pantolon ve gömlek giymişti, karakoldaki gördüğüm halinden eser kalmamıştı. Hafif sakalları çıkmıştı sadece. Beni baştan aşağı süzmüştü. Ondan hala nefret ediyordum.
Görmemezlikten gelerek, merdivenlere yöneldim hızlı hızlı adımlar atmaya başladım. Arkamdan geldiğini biliyordum. Bana yetişmesin diye adımlarımı hızlandırdım.
Merdivenlerden inerken bir anda cebimde ki hafifleme ve sesle umarım ayağım kırılmıştır diye dua etmeye başladım. Allah'ım bana bunu yapma! Benim ikinci kalbim, mümkün olsa elime dikeceğim canım telefonum. Kaderime razı olmuş şekilde, yere baktım, "hayır ya." Elime alıp ekranına baktım. Oturup ağlıcam, gerçekten. Ekranı kırılmıştı, baştan aşağı olan çizikler kalbime işlemiş gibiydi. Arkasında bir şey yoktu, mutsuz mutsuz bakarken önüme Kerem geldi, elimdeki telefonuma bakıyordu. Kaşlarımı çatarak ona baktım. Gözlerini bana dikip , tam ağzımı açmış bir şey diyecekken ordan ayrıldım. Onun yüzünden telefonum gitmişti, ortama saçtığı uğursuzluk seviyesi çok yüksekti. Sesini duymamak ya da onunla bir diyaloğa girmemek için kaçıyordum.
Görmemezlikten gelip aşağı inmeye devam ettim, aynı zamanda hüzünle telefonuma bakıyordum. Baştan aşağı çizilmişti.
Mutfağa doğru giderken Elif Hanımla karşı karşıya gelmiştim. Bana gülümsedi, "gel bakalım mutfağa geçelim." Sesi o kadar huzur doluydu ki, küçükken mırıldanan ninniler gibiydi. Kafam çok karışıktı, fakat bu kadın o kadar sabırlıydı ki içimi okuyor gibiydi. Onu annem yerine koyamazdım,fakat önemli bir yerdeydi. Tamam, dedim ve onu takip edip mutfağa doğru gittim.
O buzdolabını açıp bir şeyler çıkartırken benim gözlerim elimdeki telefonumdaydı. "Hayırdır Miray mutsuz gördüm seni?"
"Hiiiç öyle önemsiz bir şey," dedim inandırıcı bir ses tonuyla.
Masaya bir tepsi börek koydu, "emin misin?" Dediğinde başımı salladım gülümseyerek.
"Peki madem, bak senin için yaptım." Dedi böreği kastederek.
Gülümsedim. Benim için börek yapmıştı.
Bir tabağa koydu ve bana uzattı. İlk çatalımda anladım, dünyanın en iyi böreğini yediğimi.
"Nasıl beğendin mi," dedi. Gözlerimi kocaman açarak kafamı salladım, "bayıldım! Hayatımda yediğim en iyi börek." Dediğimde kocaman gülümsedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MiraYaprak
General FictionMiray, ay gibi parlak, saçılan ışık demek. Anılarım, hayatım, 17'im Miray'dı. Yaprak'ı tanımıyorum. Kim olduğunu da bilmiyorum. Yaşım 10'da kaldı bir daha da ilerlemedi, şimdiyse birleri geldi ve beni daha da geriye götürdü. Tek başımayım 'Ay' g...