Bir kesik, başka bir kesik, bir tane daha kesik ve son bir kesikle gelen acımasız ölüm.Tende yaralar kanar ve açılır, kıpkırmızı bekledikçe yapışkanlık kazanan sıvı yayılır insan bedeninin üstüne. Kesikler can acıtır ama darbeler, vuruşlar ve saplamalar ölüm getirir.
Toprak çamura bulanır yağmurla, rengini ümitsizce soldurmuş turuncu sonbahar yaprakları kirlenir ayaklar altında bu çamurlara gömülerek.
Herkesin belli bir kaderi vardır ve bu kaderi insanlar isterlerse kendileri çağırır, istemezlerse bazen kader onları bulur ya da ölüm çağırır onları koynuna.
İşte, yüzyıllar önce de böyle savaşlar ölümü anar ve can acıtıcı bir ifadeyle mücadeleye zorlanmanın hissini açığa çıkartırlardı.
Bulutlardan düşen tane tane su damlalarıyla topraklar çamura bulanıyor, yapraklar koskoca ormanda ıslak ağaçlardan bir aciz olarak yere gömülüyordu.
Parlak bir kılıç; dayanıklı ve keskin metali kana bulanmış ve koyulaşmıştı. Altın rengiyle donatılmış ve tek bir kısmı sahte olmayan, üstüne küçük çin alfabesiyle yazılmış özel bir ismi bulunan kabzası toprakla kirlenmişti.
Bu kılıç bir soyluya aitti.
Öylece aldığı canları gösterir gibi metalindeki kirli kanla yerde duruyordu.
Bakır, uzun saçlı bir kadın vardı. Telleri yumuşacık olsa da terden alnındaki terle de birleşerek yüzüne yapışmışlardı. Pamuklara benziyordu ördüğü bu saçlar ve topuzuna astığı uzun altın saç tokası ona dehşetli bir güzellik katıyor, başının hemen ortasına yerleştirdiği yuvarlak minik toka da bu zarafetini tamamlıyordu.
Kıyafetleri, her zamanki geleneksel Kore kıyafetlerinden biraz daha farklı ve şıktı.
Ceylan ve kara gözlüydü, bembeyaz tenine katılan çilleriyle hafif kızarık yanaklıydı, dolgun ve kiraz renginde bir dudağa sahipti. Gözlerinin güzelliğini irislerindeki korku ve endişe doldururken, teni ormanın ortasında aydan daha da çok parlıyor, dişlerini sıkmasıyla cesaretini öne geçiriyordu her şeyden önce.
Elinde kılıcı yokken, yanında sadece çekik gözlü bir adam vardı.
Kendi gözleri de çekik olmasına rağmen, çift göz kapağı vardı ve batılı görünümüyle garip ve zarif bir hava taşıyordu.
Doğulu olup oldukça batılı gibi gözüken ve kendini o tür elbiseleri giymeye alıştıran tek tük insanlardan birisi de olabilirdi, savaşçıydı her zaman, ruhu güçlüydü ve inatçıydı.
Kılıcı elinden düşse ve aydan beyaz melek tenine elinden kıpkırmızı renkte sıvı akmasıba rağmen, hala savunma pozisyonundaydı.Üzerinde ise zümrüt yeşili renginde, belini saran ve uzunca bir eteği olan, göğüs dekoltesinde mücevherler bulunan bir elbise varken elbisenin kolları pazılarında şişik bir duruşla bitiyor, bembeyaz ince kolunda boncuklar sallanıyordu.
Bu elbisenin üzerine de oldukça kan bulaşmıştı, belinden yaralıydı ve kiraz renkli dudaklarından yine kanlar akıtmıştı. Yaralı bir ceylan gibi gözüküyordu ama ceylanlar gibi doğası gereği kaçmıyor, adeta içinden bir aslan doğurup düşman askerlerin üzerine daha çok yürüyordu.
"Kraliçem!"
Saçları siyah ve uzun olan, teni esmere dönen ve gözleri çekik, omuzlarından pelerinler sarkmış pahalı şeyler giyen adamın saçları topluydu yukarıda. Başında ise özelliği büyük olan, herkesin takamayacağı şapkalardan vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kingdom Of Irises ~ Minsung(Mpreg)
FanfictionSüsen Çiçekleri zarefet ve huzuru temsil ederler, içinde bulundukları zariflikle bunlara Iris de denebilir. Bang Jisung ise Bang Krallığının Süsen çiçeklerini temsil eden, nişanlanmanın eşiğine sürüklenen ve nişanlısıyla arası pek iyi olmayan bir Pr...