Yük arabası durduğunda dişini sıkıyordu oğlan, saatlerdir rahatsız bir pozisyonda yatması yüzünden beli tutulmuştu. Başını yukarıya kaldırıp etrafı incelemeye çalışırken de boynu fena ağrıyordu, bütün lafları teker teker geri boğazına diziliyordu resmen yutkunmak bile zorken.Kaşlarının çatılı olması ve gözlerinin bir oraya bir buraya dönmesi, dudaklarından çıkardığı derin ve duyulur nefesler onun içinde bir dehşette olduğunu gösteriyordu. Uzun koyu mavi saçlı çocuk ise arabadan hızlı bir hareketle atlamış, iki ayağının üzerinde denge kurarak doğrulmuştu daha sonra.
Henüz Klan'ın olduğu şehire bile varmamışlardı, fakat atlar geldikleri konumun burası olduğunu belirlemişti.
Ormanın derinliklerinde, ağaçların daha güçsüz ve kuru olduğu bir yerdeydiler. Kızıl Orman'ın sınırları dışından çıkmışlardı ve yerdeki kupkuru sarı yapraklar buranın bakımdan mahrum bırakıldığını belli etmişti. Bu topraklara, daha az yağmur düşüyor bile olabilirdi kuruluktan.
İki at arabasının daha bulunduğu bu geniş arazinin bir köşesine ateş yakılmış ve odunlar da oturak olarak kullanılmıştı.
Prens Bang'ın ise gözleri büyüdü Choi Yeonjun güçlü bir asker çağırıp onu götürmesini isterken, zorla ve dengesiz bir şekilde onu götürdükleri yere sürüklenirken bile ayırmadı göz temasını oradan. Göz bebekleri büyüyor, dudakları titriyor ve kaşları artık kalkıyordu korkudan.
Ateş başında, koyulan kılıçların uçları Cehennem sıcağından çıkmış gibi, göz alıcı ve can yakıcı bir duruşla parlıyordu turuncu renginde. Metal kızıl ateşin içinde tutuşup duruyor, sıcaklığına sıcaklık katarken kaynar bir kova sudan daha tehlikeli gözüküyordu. Odun başında oturan bir kaç asker ise, bekledikleri şahısın uzun bekleyişlerden sonra getirildiğini gördüğü gibi ısınan kılıçların kabzasından tutarak ona pişkin pişkin bakmaya başlamışlardı.
Bir kılıç asla öylesine ısıtılmazdı.
Onlar ciddi yaraları dağlamak ve üstünü kapatmak, ayrıca tene değdirmek için kullanılırdı.
Jisung içine girdiği şoku atlatamadan görüş açısının bozulması ile başını önüne döndürerek görülür bir şekilde yutkundu. Yeri izliyordu, önüne bakacak cesareti yokken aniden etrafı karardı ve gitti sesler. Gördüğü tek şey saf karanlıkken tehditte olduğunu hissettiği için başını bir o tarafa bir bu tarata dönüyordu, kurtulmak için çırpınmak ise aklına yeni gelmişti.
Pervasızca bedeni yere fırlatıldığında karnına bir zarar gelmemesi için ellerini destek olarak kullanmış, kalçasının üstüne oturarak nerede olduğunu anlamaya çalışmıştı. Güneş ışığını dışarıda iken net bir şekilde görüyordu, fakat birden kapkaranlık bir mağaraya atılınca gözleri kamaşmış ve bir süre kör olmuştu dış hayatına.
Elleri ve ayaklarındaki ipler hala dururken göğsü hızla inip kalkıyor, bulunduğu çevreyi daha çok tanımaya çalışıyordu.
Oturduğu yer topraktı, üstünü taşlar kaplıyordu. Girişten dışarıyı bir miktar görse de bu ona fayda sağlamayacağından yanına baktı; kanı kurumuş eski bir kılıç, ve onun yanında da bir sepet dolusu elma.
Mağaranın içindeki duvarlarda ise çekiçler, çeşitli katanalar ve kıskaçlar asılıydı.
Küçük Prens bu manzaradan ürküp başını yere eğdi ve derin nefesler alarak kendini sakinleşirmeyi denedi. Fakat aniden çenesine değen sıcaklık onun içini tekrar titretince yavaş nefesleri gitgide hızlandı, başı yukarıya kalkınca gözlerinin içindeki o korkmuş çocuk, güldürdü gülüşünden tiksindiği herifi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kingdom Of Irises ~ Minsung(Mpreg)
FanfictionSüsen Çiçekleri zarefet ve huzuru temsil ederler, içinde bulundukları zariflikle bunlara Iris de denebilir. Bang Jisung ise Bang Krallığının Süsen çiçeklerini temsil eden, nişanlanmanın eşiğine sürüklenen ve nişanlısıyla arası pek iyi olmayan bir Pr...