Saçlarım rüzgarla havalanırken yüzüme soğuk vuruyordu. Gözlerimde keskin bir parıltı oynarken ve kaşlarım hafiften kısılıp göz kapaklarım kısıklaşırken, kiraz renkli, biraz da kuru dudaklarımda taşıdığım yarım gülücük ifademi tamamlıyordu.Hava serindi bu sıralar. Özellikle Jeju adasının ormanlarından şehre girmeye giderken ayrı bir vuruyordu tene. Ne tür tiplerle karşılaşırdım bilmiyordum ama aklımda olan tek şey çocukluk arkadaşlarımın benimle dalga geçişiydi.
"Hey çocuklar, avınızı bensiz yapın. Saray'a gidiyorum!" Dediğimde daha kız yüzü görmemiş adamlar yüzüme yüzüme dalga vuruyorlardı. Dudaklarındaki sinsi kıkırtılar ruhlarında yer edinmişti, bende olduğu gibi.
Dışarıdan kimse de bu adaya gelmeye pek tercih etmeyebilirdi, sonuçtaher şeyi biz yapıyorduk.Babam tarafından lanet olası bir kümesin içine girmeye bile zorlanmıştım, tavukların tüylerini iyi yolardım. Ormanın bir köşesinde, herkesten uzakta hiç kimseye zarar gelmemesi için uzaktan alıştırma yaptığım ağaç da buralarda olmalıydı. Üzerinde sayısız delik vardı, üstünde kavak ağaçlarından yaptığım pek de sağlam olmayan oklar bulunurdu.
Dizime vurduğumda kırılacak seviyedeydiler fakat Sarıçam veya Kazdağı Göknarından yapılan oklar buna göre daha dayanıklı olurdu, sırtımdakiler bunlardandı.
Okların ucuna da her zaman Mor ve Kırmızı rengi arasında uzun ince kumaşlar bağlardım, bana ait olduğunun bilinmesi için. Gerçi sadece bu taraflarda tanındığımı düşünürsek bu okları kim görse sadece kimin eseri diye düşünülebilirdi.
Şimdiyse atın toynakları toprağı iyice deliyor ve ben ustund bir daha çok dengeli bir şekilde sallanıyordum. O sırada aklım tamamen Saray'ın nasıl olacağındayken arkamdan gelen sesle dehşete uğradım. Yine de atım durdurulmak için fazla hızlıydı, tedirginlikle yoluma devam etmeye karar verdiğimde hayvanı sadece birazcık dizginleyebilmiştim.
Düşündüğüm şey olmuştu tabii ki de ve bundan korkuyordum, sonuçta sınırlı sayıda elimde vardı bu tür çubuklardan. O sırada kulağıma bir atın sert toynak sesleri yansıdı. Onun arkamdan beni takip ettiğini anlamadığımı sanıyor kadar ahmak olmalıydı.
Fakat bir süre atın ayak sesleri kesildiğinde kulağıma doluşan her şeyi teyit edip ben de biraz asıldım atın dizginine ve huysuz bir ifadeyle yavaşlamasını sağladım, hala gidiyordum ve arkamdaki attan hızla atlamıştı. Ayak seslerini varla yok arası duyduğumda çatık kaşlarla ve silinen gülümsememle yoluma devam ettim.
Tam da o sırada o ağacı görmüştüm, şehir ve Jeju adası arasında bulunan uzun ve bitmek bilmeyen, atların geçmesiyle oluşan ve ormanın ortasında olan bu şekilsiz yolun hemen çapraz kenarındaydı. Altı tane ok sayabilmiştim ve onları dikkatlice izlerken gittikçe yaklaşmış, en sonunda o ağacı da geçmiştim.
Ağacı geçtiğim sırada gözümün önünden de düşmesinden korktuğum ve bundan emin olduğum bir ok geçivererek tekrar terletmişti beni, ucundan mor ve kırmızı ipler sarkıyordu, onu yolda cidden düşünmüştüm ama bu şekilde önüme çıkması kuşku uyandırıcıydı.
İçime basan teri boşverdiğimde bir süreliğine endişeden kulaklarımı kapattığımı farkettim, bu zamana kadar tam dibimde ve bir adım arkamda benim atımı takip etmeye devam eden atı bile duyamamıştım. Yeni geliyordu sert sesi kulaklarıma.
O sırada o atın üzerindeki adam bir kahkaha patlattı, bu alay dolu ve doygun ses tanıdık geliyordu. Kuru bir kahkahası vardı.
"Nasıl da ödün bokuna karıştı ama!"
"Hey, Min. Hala susuyor musun? Bu kadar tedirgin ettiğimi bilmiyordum seni şerefsiz herif."
Hala şaka peşinde olan cidden de tanıdığım bir adamdı bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kingdom Of Irises ~ Minsung(Mpreg)
Fiksi PenggemarSüsen Çiçekleri zarefet ve huzuru temsil ederler, içinde bulundukları zariflikle bunlara Iris de denebilir. Bang Jisung ise Bang Krallığının Süsen çiçeklerini temsil eden, nişanlanmanın eşiğine sürüklenen ve nişanlısıyla arası pek iyi olmayan bir Pr...