Hayatın özü geri kalmışlık değildi, kaldığını hissettiğin yerden devam etmekti.
Belli bir yaştan sonra bir geleceğimin olduğunu düşünmüyordum. Önüm karanlıktı. Göremesemde ben o karanlığın içini biliyordum oranın kötü olduğunu. Karanlıktan hayır mı beklenirdi zaten? Yüksek ihtimal ölecektim.
Cihangir karşıma çıktı bir gün. Yoluma onunla devam edeceğimi düşündüm. Amaç aynıydı. Oysa yol sandığım gibi değildi, karanlık görünen aydınlıktı. Şans ilk kez burada, karanlığın içinde onunla yüzüme güldü. Sonra her şey çok farklı ilerlemeye başladı. Tahmin edemeyeceğim kadar değişik yollara saptım. Her girdiğim yeni yolda bir şekilde karşıma o çıkıyordu, bütün yollarımı ele geçirmiş gibi... Hakimiyet ondaydı, sandığımın aksine cehenneme değil, onun aydınlık gibi görünen cennetinin içine girmiştim.
Belki de ikimiz de cehennemdeydik. Belki de ben yanılıyordum. Cehennemimi cennete çeviren belki de sadece oydu.
"Ceren'le aranızda ne var?"
Serhat boğazına kaçan çay ile öksürmeye başladı. Elinden düşecek olan kadehi masaya bıraktı. Panikle ağzını silerken kollarımı göğsümde bağlamış ona izliyordum. Duraksadı eli çenesindeyken bana baktı. "Hiçbir şey."
"Ona karşı bir şey hissediyor musun?" diye sordum bu sefer. Dimdik yüzüne bakıyordum. Gözlerinde yeni bir şaşkınlık meydana geldi.
Yüzüme bakıp durduğunda "Cevap versene!" diye yükseldim. İrkilince biraz abarttığımı fark edip boğazımı temizledim. "Arkadaşımı üzersen ben de seni üzerim Serhat, şimdiden bilgin olsun," dedim son derece net bir tavırla.
"Sana ne anlattı?" diye sordu kısık bir sesle, sonunda dile gelirken. Yüzündeki yaralar henüz tam iyileşmemişti. Morlukları duruyordu hâlâ fakat ona göre kendini yeterince toparlamıştı.
"Ne fark eder?"
Serhat sıkıntılı bir nefes verdi. "Bu konuyu konuşmak istemiyorum," dedi kestirip atar gibi.
"Ona da bu şekilde mi davranıyorsun?" dedim kaşlarımı derinden çatarken. "Eğer öyleyse dehşet sinir bozucu göründüğünü bilmeni isterim."
"Hayatımda böyle bir şeyi istemiyorum," dedi. Neyi? Bir sevgili, eş, dost, ilişki. "Açık konuşmak gerekirse arkadaşın ile ne ara buraya geldik ben de anlamadım." Söylerken sesi hep kısıktı. Gözlerini kaçırıp duruyordu. Belli ki utanmıştı. "Fakat ben pişman oldum ve bir umut verdiysem eğer ondan bu konuda özür dileyerek olayı kapatmaya çalıştım. Neden ısrar ettiğini anlayamıyorum. Kız kardeşlerime yoğunlaşmak varken kafamı başka şeylerle meşgul edemem."
"Kız kardeşlerin mi?"
Başını salladı. "Sana söylemiştim. Annem ve babam öldükten sonra en küçüklerimiz onlardı, yetimhaneye verildiler. Sonra da bir daha onlardan haber alamadık. Onları bulmak için annemin mezarının başında yemin ettim ben."
Yüzüm yumuşadı birden. Az önceki konuyu tamamen def ettim kafamdan. Kollarımı çözdüm. "Cihangir yardım eder, neden ondan istemiyorsun?"
"İlk gittiğim kişi abimdi," dedi Cihangir'i kastederek. "Yoklar Nisan, her şeyi yapmama rağmen bulamıyorum onları." Gözlerinden geçen acı yüreğime oturdu sanki. "Onları bulmamam için her şeyi yapıyorlar sanki, oysa... Oysa geceleri rüyalarıma kadar geliyorlar. Onlara ulaşmamı istiyorlar. En küçük kardeşim biz ayrıldığımızda henüz yedi yaşındaydı. Ondan kalan tek hatıra hafızama kazıdığı sarı saçları, minik mavi gözleri. Hayatımı buna adadım ben."
![](https://img.wattpad.com/cover/338674454-288-k970602.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARA PİYON
Fiction généraleGeçmişten yaralı bir kız birdenbire hayatında beliren yabancı ve belirsiz bir adamın ihtirasıyla karşılaşırsa ne olur? Peki ya geçmişte kaldı sandığımız insanlar tamamen geleceğimizi belirlediyse. O zaman ne olur? Geçmiş her şeyi altüst edip gelece...