Çabalamayı bıraktığın yerde hayat sana yeni kapılar açardı, sanki pes etmeni hiç istemiyormuş gibi.
Oysa sayısız kez pes etmiştim, yenilmiştim, bitik düşmüştüm, bir hiç olmuştum. Her şeyin benim için bittiğini bile düşünmüştüm ama nedense bir şekilde nefes almaya devam etmiştim. Çünkü hep yeni kapılar çıkmıştı önüme. Birileri ölmeme izin vermiyordu. Benden bir canavar yaratmaya çalışıyordu, belki de güçlü bir silah; zamanı geldiğinde en can alıcı yerde kullanabileceği zehirli bir silah.
Ruh hastası olabilirdim, aklımı yitiriyor da olabilirdim, zaten doğuştan kötü de olabilirdim. Bütün bunlara belki de gerek yoktu. Bir tek ben vardım ya, kendimle baş başa kalan. İşte o gerçek bendim, bazen kendime bile inkar edemediğim, gerçek ben.
Olmak istemediğim her şeydi ve bundan nefret ediyordum.
Mark denen adam uzun süren bir yolculuğun ardından beni yaka paça aşağıya indirmişti. Gözlerimi bağladıklarından nereye geldiğimizi anlamamıştım. Kolumdan tutup beni sertçe yürütmeye devam ettiğinde ayaklarım birbirine dolanıyordu. Sakin olmaya çalışıyordum kendimce fakat içimde beni huzursuz eden ve sakin olmamı engelleyen bir şeyler vardı.
"Gözlerimi aç artık, yürüyemiyorum bu şekilde!" Bağırdığımda gitmemek için direnmiştim. Ayaklarımı yere sürtünce durduğunu fark ettim. Kafamdaki çuval bir anda yukarıya çekildi. Görüş açıma dev cüssesi girdiğinde bağlı olan ellerimi çözdü. Ellerimi bağlamasının sebebi tamamen kafamdaki çuvalı çıkarmamam içindi. Yoksa onunla baş edemeyeceğimi zaten kendi de düşünüyor olmalıydı. Beni zayıf biri olarak görüyordu.
Arkamdaki kollarımı önüme getirip acıyan bileklerimi ovaladım. Bu sırada gözlerim etrafta geziniyordu. Boş bir fabrikanın hemen önündeydik. Etraf orman olduğu için çevreyi ayırt etmem imkansız gibi bir şeydi. Ona döndüm. "Beni nereye getirdiniz?" diye sorduğumda boynum yukarıya bakıyordu. Öyle korkunç ve iri görünüyordu ki üstten bir yumruk kafama geçirse muhtemelen bir çivi gibi yere gömülürdüm.
"Yürü," dedi gözleri ile fabrikanın girişini işaret ederken. Kapı hemen önümüzdeydi. Oraya baktım, beni kolumdan tutup yürütmesi ile itiraz etmeden büyük kapıya ilerledim.
Adamların açtığı koca kapıdan içeri girdiğimizde karşımda gördüğüm kızıl saçlı kadın ile duraksamıştım. Bu oydu. Cihangir ile yemeğe çıktığımız günün akşamında beni tuvalette yakalayıp öldürme noktasına getiren kişi. Dişlerimi birbirine bastırdım. Kadın beni görünce yüzünde bir sırıtma meydana gelmişti. Kafasını çevirdi, arka taraftan çıkagelen kişiye baktığında benim de gözlerim orayı bulmuştu. Cem buradaydı fakat onu umursayacak değildim. Hiddetle kadına döndüm. "Sen!" Mark'ın kolumu bırakmasını fırsat bilerek hızlı adımlarla oraya ilerlediğimde elimi kaldırdığım gibi kadının yüzüne sert bir yumruk indirdim.
"Ow!" Cem'in ağzından bir nida çıktı, kızıl saçlı kadın attığım yumruğu beklememiş olacak ki dengesini şaşırıp yere kapaklanmıştı.
Karnına tekme atmak için ayağımı kaldırmıştım ki "Tut şunu Mark, kadın kavgası izleyecek durumda değilim," dedi Cem arkamdaki adama talimat verirken.
Mark saniyesinde her iki kolumdan yakalayıp beni geriye çektiğinde öfkeyle savurduğum tekme ona yetişememişti. Kadın ayağa kalkıp üzerime gelse de Cem buna engel olmuştu. "Rahat dur Zeren!" dedi onu geriye çekip azarlarken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARA PİYON
Fiksi UmumGeçmişten yaralı bir kız birdenbire hayatında beliren yabancı ve belirsiz bir adamın ihtirasıyla karşılaşırsa ne olur? Peki ya geçmişte kaldı sandığımız insanlar tamamen geleceğimizi belirlediyse. O zaman ne olur? Geçmiş her şeyi altüst edip gelece...