Gözlerimi açtığımda hiç de nefes nefese değildim. Halbuki evimde, yatağımda her rüya sonrası terler içinde ve soluksuz bir şekilde uyanırdım. Ama burası ne evim ne de benim yatağım değildi. Dur.. Ne?
Buraya nasıl getirildim hiçbirşey hatırlamıyordum, o yabani adam beni eve taşımış olmalıydı. Gördüklerim rüya değilse ben kafayı yiyordum herhalde, rüyaysa da neden hala uyanamıyordum?
Hızlı hareketlerle yatakta doğrulup ayağa kalktım, çamura bulanmış botlarım odanın köşesinde duruyordu, eğilip üzerime baktığımda kendi kıyafetlerim de çıkarılmıştı üstelik. Şimdi üzerimde siyah bir eşofman ve tamamen bol gelen muhtemelen içerideki yabanın tişörtü vardı. Olamaz! Bir de kıyafetlerimi çıkarmış ve ruhum bile duymamıştı. Bütün bu soru işaretlerimin cevabı bu adamda olabilirdi. Neden uyanamadığımı, neden buraya hapsolduğumu ve o acayip yaratığın da neyin nesi olduğunu sormak için öfkeli adımlarla kapıya yaklaştım. Kapının koluna uzandığımda bir kolu olmadığını farketmem uzun sürmedi. Kapı dışarıdan üzerime kilitlenmişti. Dehşetle kapıyı yumruklamaya başladım. "Heyyy çıkar beni buradan! Sen kim oldu.. "
Cümlemi tamamlayamadan kapı bir anda açıldı ve öne doğru savrulmamla sert bir kayaya çarpmış gibi sendeledim. Çarptığım sert şey yabaninin göğsüydü, bir milim bile kıpırdamadan öylece dikiliyordu karşımda ve ben göğsünü yumruklayıp iteklemeye çalıştım.Hiçbir etkisi olmuyor duvar gibi duruyordu hâlâ. Ben peşpeşe sorularımı dizdirirken cevaplamak yerine bileklerimden sıkıca kavrayıp ellerimi göğsümde birleştirirken delici bir bakış atıp "çayını iç" dedi ve az önce hayvan gibi güç uyguladığı bileklerimi nazikçe bırakıp arkasını döndü.Mutfağa hiç benzemeyen tezgahta bir şeylerle uğraşıyordu.
"Sen ne saçmalıyorsun, az önce tam olarak ne yaşadık, burası neresi, sen kimsin burada hapsoldum ve hiçbirşey olmamış gibi bana çayımı içmemi mi söylüyorsun? Delirmişsin sen bu dağ başında insan görmemekten insanlığını mı unuttun?"
"Az önce dediğin şeyin üzerinden 2 gün geçti. "
"Ne? "
İki gündür uyuyor muydum bu ne idüğü belirsiz adamın evinde, dahası neresi olduğunu bilmediğim hatta belki de canavarlarla dolu bu evrende.
"Bak" Dedi dişlerinin arasından, sesi gergindi ve sanırım bana tahammül edemiyordu. "Kimsin, nesin bilmiyorum ama belli ki yorgun düşmüşsün, kulübenin önünde bayıldığında kalbin öyle hızlı atıyordu ki bir kriz geçirdiğini düşündüm, iki gündür kendinden geçmiş halde soğuk terler dökerek uyuyorsun. Şimdi, şu çayı iç ve daha fazla soru sorma!"diye tısladı adeta yaban.Ağzım açık gözlerim dehşet içinde karşımdaki adama bakıyordum, nasıl bu kadar soğukkanlı, ve neden bir açıklama yapmaktan kaçınıyordu.
Anlaşılan tüm sorularıma aynı gün cevap bulamayacaktım, ve burada daha fazla kalmaya da niyetim yoktu. Şimdilik dediğini yapıp gücümü toplamalıydım.
"Ne çayı bu?"
Kokusu çok güzeldi, içersem derin ve rahat bir uykuya dalacakmışım gibi beni içine çekiyordu sanki. Kupayı sıkıca kavradım, kokusunu içime çekerken cevapladı yaban "Sihirli ot", cevabıyla irkildim kupayı elimden bırakıp uzağıma ittim
" Senin niyetin ne? "
Dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı ama tam bir tebessüme dönüşmeden saklamayı iyi beceriyordu, "sihirli ot, şifalı bir bitkidir, yaralandığımızda, hastalandığımızda, çabuk ve ağrısız iyileşmemizi sağlıyor, rahatladıysan artık iç şu çayı ya da bir saate kalmaz, ağrıların yüz göstermeye başladığında ikinci şansın olmaz. Kalan son otları kullandım ve bu fırtınada tekrar ot toplamaya çıkamam prenses"
Tabiki prenses derken sesi iğneleyiciydi, benden iyice nefret ettiğini hissetmeye başlıyordum.
Sıcak çaydan bir yudum aldım. Tadı da kokusu kadar güzeldi, antidepresan etkisi yapıyordu sanki. Buz gibi havada koşmaktan acıyan ciğerlerime ılık bir dokunuş yaptı.Çayımı yudumlarken yabanı biraz daha detaylı inceleme fırsatım oldu. Üçgen ve yapılı esmer tenini saran beyaz bir tşört giymişti. Keskin hatlara sahip yüzü,siyah saçları ve kirli sakalıyla oldukça yakışıklıydı bu yabani adam.Gözleri ilk gördüğüm an farkettiğim gibi saçlarından da siyah gecenin zifirisi gibiydi.Sonra gözüm duvarlara ilişti. Bir duvar boydan boya raflarla kaplıydı. Burada sadece kitaplar vardı, hepsi koyu renk ve kalın ciltli Latinceye benzer yazılı kitaplar.
Şöminenin olduğu duvarda bir geyik başı bulunuyordu, yanında türlü silahlar, bir arbalet, balta, birbirinden keskin görünen boy boy bıçaklar vardı. Burası bir av kulübesiydi sanırım.
Diğer duvarda ise yine boydan boya raflar vardı ve bu seferkinde boy boy şişeler vardı. Minik şeffaf cam şişelerde farklı renklerde sıvılar vardı.Duvarları incelerken bir anda etraf dönmeye başladı ve gözlerim gözkapaklarımın ağırlığını daha fazla taşıyamadı, kendimi bu huzuru yaşamaya bıraktım. Bu kez,etrafımda olan biteni hayal meyal duyuyor, hatırlıyordum. Gözlerimin kapanmasıyla beraber kafam masaya düştü ve oturduğum sandalye dünyanın en rahat yatağıymış gibi geldi. Sonra bir kol belime dolandı ve bir diğeri bacaklarımı kavradı, bu güçlü beden yabandan başkası değildi, odunsu kokusu tatlı bir esinti gibi önce burnuma sonra ciğerlerime doldu. Bedenimi nazikçe az önce uyandığım yatağa bıraktı,üzerimi bir battaniyeyle örttükten sonra kapıdan çıktığına dair ayak seslerini duymadım, sanırım başımda dikiliyordu. Kısa bir süre sonra yavaş adımları duyuldu ve o kapı yine üzerime kilitlendi.
Bölm Sonu
Not: İlk 3 bölüm deneme amaçlıydı,
kısa ve heyecansız silmeyi bile düşünmüştüm. İlerleyen bölümlerde açıldım yazdıkça yazdım, emek verdim, lütfen sonraki bölümleri göz ardı etmeyin asıl heyecan orada:)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Adam
FantastikAilesi kötü ruhlar tarafından katledilen bir adam,intikam ateşiyle avcılığı görev edinmiştir. Güçleri mühürlenmiş olan Alisa rüyaları yoluyla bu evrene düştüğünde geçmişindeki büyük sırdan habersizdir. Bu ikisini bir araya getiren kader mi yoksa tes...