Karinle beraber yola çıktığımızda gece çökmüş,Ateş'i yalnız bırakmamızın ardından saatler geçmişti. Acaba uyanmış mıydı? Uyandıysa ne haldeydi? İçindeki karanlık ona acı veriyor muydu?
Kafamdaki bu düşüncelerle soğuğa aldırmadan Karin'in elindeki haritayı takip ederek Lanetli Mağara'ya doğru ilerliyorduk.Roya'nın hazırladığı ilk iksir yaralarımın iyileşmesi içindi. İçtiğim anda gözle görülür bir hızla kapandı omzumdaki pençe izleri.
Ateş için de böyle sihirli bir iksir olmasını diledim. Acıları dinse,ruhu saniyeler içinde iyileşebilse bir iksir ile. Bu mümkün değildi. Mümkün olan tek ilacı ona ellerimle getirecektim. Getirmek zorundaydım.Lanetli mağarada korkularımla yüzleşecek, Kara Yürek denen yaratığın kalbini söküp alacaktım. Ateş'in kalbine ulaşabilmek için, ona ışığını geri verebilmek için kendi karanlığımı yaşayacaktım.
Roya'nın hazırladığı diğer iki iksir şişesini mağaraya girmeden hemen önce kullanacaktım. Bunlar, sadece hızlı hareket edebilmem ve gücümü kontrol edebilmem içindi.
Karin bu esnada yalnızca beni koruyacak, yaratığı zayıflatmama yardım edebilecekti. Mağaranın lanetinden o da tabi ki etkilenecekti. -Bunu, sadece beni korumak için değil,en yakın dostu için yapıyordu.-Roya bize son bir iyilik daha yapmıştı kulübeden çıkmadan önce. Zaten yeterince yorgun olan bedenlerimize bakıp, gücümüzü Kara Yürek'i öldürmek için saklamamız gerektiğini söyledi ve ormanda takip edilmememiz için bir görünmezlik iksiri verdi. İksirin etkisi mağaraya girdiğimiz an kaybolacaktı.
Ondan sonrası tamamen bizim elimizdeydi. Yalnızdık. Karinle birbirimize güvenmekten başka çaremiz, bir kurtarıcımız olmayacaktı.Haritadaki işaretler, biz yürüdükçe hareket ediyor, varacağımız yere ne kadar kaldığını görebilmemizi sağlıyordu. Gps cihazı gibiydi, fakat sadece bir bez parçasıydı elimizdeki harita.
Uzun bir yürüyüşün ardından haritadaki işaretler bitmiş, istediğimiz yere ulaştığımızı gösteriyordu. Başımı haritadan kaldırıp karşıma baktığımda,ayın zayıf ışığında, sık ağaçlardan başka bir şey görünmüyordu. Bir mağara, hiç görümüyordu.
"Sihirli kelimeler" dedi Karin.
"Senin söylemen gerekiyor."
Öncesinde derin bir nefes aldım. Son düzlükteydik. Buradan geri dönüş yoktu. İksir dolu şişeleri bir dikişte içtim ve sihirli kelimeler döküldü dudaklarımdan."Oculi Tenebrarum Me Videan!"
Sihirli sözcükler tamamlandığında,büyük bir gürültüyle, ayaklarımızın altındaki zemin titreyerek mağaranın karanlık silüeti belirdi karşımızda.
"İşte başlıyoruz." dedi Karin belli belirsiz bir fısıltıyla.İçtiğim iksirin etkisini damarlarımda dolaşan kanda hissedebiliyordum. Tüm bedenim tarif edemediğim bir enerjiyle dolmuştu. Gözlerimin beyazıyla beraber karardığını tahmin edebiliyordum. Öyle bir enerji ki, karşıma ne çıkarsa gözümü kırpmadan bertaraf edebilecekmişim gibiydi.
Mağaranın içine bir adım attığımızda, sanki bizi yutmuş gibi giriş kısmı bir ağız gibi kapandı. Dışarıyla hiç bir temasımız kalmamıştı. Duvarlarda seyrek aralıklarla konumlanmış cılız meşaleler vardı. Önümüzü görmekte zorlanacak kadar zayıf bir ışık sağlıyordu.İçerisi nemli ve havasızdı. Kaygan zeminde ilerlemek için oldukça dikkatli ilerliyorduk. Arada bir biçimsiz tavandan akan damlacıklar zemine çarptığında ses uzaklardan yankılanıyordu. Burası tahmin ettiğimden daha büyüktü.
Ağır ve temkinli adımlarla ilerledikçe, zaten havasız olan mağarada hava daha da ağırlaşıyor, yoğun küf kokusu genzimi yakıyordu.
Bir anda tüm meşaleler söndü. Yanımda yürüyen Karin'in elindeki tılsımın zayıf ışığı kalmıştı sadece. Saniyeler sonra o da kayboldu.
"Karin! Neler oluyor?" Diye seslendim. Cevap gelmedi. Kalp atışlarım hızlandı. Kendi etrafımda döndüm. Karin yanımda değildi.
"Karin!" Bu kez daha yüksek sesle bağırdım.
Bir inilti duyar gibi oldum. Olduğum yerde kalakaldım. Üzerimdeki tek tılsım, boynumdaki ay taşı kolyesiydi. Onu kazağımın dışına çıkarıp lumos büyüsüyle aydınlatmak istedim. Fakat işe yaramadı. Bir kez daha denedim. Sadece zayıf bir ışık yanıp, rüzgara yenik düşen bir mum gibi anında söndü. Bu da mağaranın bir oyunuydu anlaşılan. Durdum, bir süre gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim.
Bu kez uzaklardan bir çocuk çığlığı duydum. Sesin geldiği yöne doğru ilerlemeye başladım. Çok küçük, zayıf bir ışık gördüm. Ben ilerledikçe uzaklaşıyordu. Işığı takip ettim, çığlıklar çoğalıyordu. Bir değil bir sürü insan çığlığı birbirine karışıyordu şimdi. Nefes nefese bir halde ışığın peşinden koşmaya devam ettim. "Kim var orada?"
Cevap gelmedi.
Işık durdu. Arkasında hareket eden gölgeler vardı. Çığlıklar şimdi kulak tırmalayan bir hal almıştı. Başımda yine o bilindik ağrı baş gösterdi. Gözlerimi sımsıkı yumdum.
Başımı ellerimin arasına aldım, kulaklarımı kapatmaya, sesi duymamaya çalıştım. Ses dışarıda değil, beynimin içindeydi. Engel olmaya çalışmak faydasızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Adam
FantasyAilesi kötü ruhlar tarafından katledilen bir adam,intikam ateşiyle avcılığı görev edinmiştir. Güçleri mühürlenmiş olan Alisa rüyaları yoluyla bu evrene düştüğünde geçmişindeki büyük sırdan habersizdir. Bu ikisini bir araya getiren kader mi yoksa tes...