İnci Demir
Merdivenleri çıkarken günlerdir görmezden geldiğim içimdeki sıkıntı yüzünden derin bir nefes aldım. Dört gün önce Harun işle ilgili yurt dışına çıkması gerektiğini söylediğinden beri göğsümdeki sıkışma varlığını sürdürüyordu. Burada çalışmaya başladığımız ilk gün sinir olduğum ve hemen sonrasında kaynaşma yemeğinde şah damarına bıçak saplama isteğimi zorlukla bastırdığım adamı o kadar özlüyordum ki, ruhumu yakan özlem dehşet vericiydi. Zaman farkı yüzünden doğru dürüst konuşamıyorduk da.
Haruna bu kadar alıştığımın farkında değildim. Evden her çıktığımda gözlerim arabasını arıyor, ofiste sürekli onu görmeye alıştığım yerlere gidiyor, yemekhanede ona ayrılan masanın boş olmasından hoşlanmıyordum. Odamızın bulunduğu tarafa geçmeden önce bakışlarım yine üçüncü kata çıkan merdivenlere takıldı. Harunun odasına gitmek istiyordum. Orada olmadığını bildiğim halde oraya gitmek, en azından odaya sinmiş kokusunu içime çekmek istiyordum.
"Ve bu hikayede Leyla mecnun oldu."
Odadan çıkan Hazalın sesiyle yerimden sıçradım. Elimi hızlanan kalbimin üzerine bastırdım. "Sen az önce bana deli mi dedin?" Dudakları haylaz gülümsemesi için kıvrılırken omuzlarını silkti. Bu saatte şirkette olduğuna göre yine evde canını sıkan bir şeyler olmuş olmalıydı. Ne zaman öyle olsa evinden erkenden çıkar, şirkete de herkesten önce gelirdi. Ağlayıp ağlamadığını anlamak için gözlerini dikkatle inceledim. Ağladıysa bile toparlanmıştı.
"Deli demedim, mecnun dedim."
"Mecnun deli demek."
"Harunun yokluğunda delirdin zaten." Ben onu çimdiklemeye çalışırken arkama geçti. Omzuma yerleştirdiği elleriyle bedenimi sürüklerken kıkırdıyordu. "Leyla Leyla olarak kalmalı, Mecnun olmak işini Haruna bırak." Merdivenlere vardığımızda ellerini belime yerleştirip huylanmama neden olunca mecburen birkaç basamak çıktım. Bunu yapmasından nefret ediyordum. "Bizden başka ofiste kimse yok. Gidip erkeğinin odasını ziyaret edebilirsin."
Yanımdan koşarak uzaklaştığından fısıldayarak "Erkeğin ne demek ya?" diye bağırdım. İçeride kimsenin olmadığını söylese de sesimi yükseltmeye cesaret edememiştim. Bakışlarım merdivenlerle geldiğim yol arasında gidip gelirken derin bir nefes aldım. Onu özlemiştim. En azından kokusunun sindiği bir yerde olmak istiyordum. Kolyemi çekiştirerek son kez geldiğim yöne baktıktan sonra hızlı adımlarla üçüncü kata çıktım. Daha önce Harunun odasına girmemiştim ama nerede olduğunu biliyordum. Bu yüzden merdivenleri çıkmayı bitirir bitirmez koşarak odasına girdim.
Tahmin ettiğim gibiydi. Kokusu henüz kaybolmamıştı. Kapıya yaslanıp bakışlarımı odada gezdirdim. Mobilyalar açık ve koyu gri renkteydi. Önceden olsa ruhsuz olduğunu düşünürdüm, şimdiyse odanın sahibini yansıttığını biliyordum. Düzenli, uyumlu ve kusursuz. Harun Ünsal gibi. Odadaki kokuyu içime çektiğim sırada duyduğum sesle irkilerek gözlerimi açtım. Sağ taraftaki kapı açılmıştı. Kapıdan çıkan kişiyi gördüğüm anda kalbim göğüs kafesimin içinde takla attı.
"Harun?"
Merakla kaşlarını kaldırmış halde yüzüme bakarken "Ben yokken odama mı geliyordun?" diye sordu. Gözlerindeki keyfi görebiliyordum. Onaylamasam bile bunu düşünmekten fazlasıyla zevk almıştı. Ne zaman dönmüştü? Hazal döndüğünü bildiği için mi beni buraya göndermişti? Neden bana söylememişti? Ayrıca Harun neden döndüğünü haber vermemişti?
Görüşümün bulanıklaşmasıyla gözlerimin dolduğunu fark ettim. Çok özlemiştim. Bu adamı tarif edemeyeceğim kadar çok özlemiştim. Sorusunu, sorularımı, odasında yakalandığım gerçeğini yok sayarak Haruna koştum. Kollarımı beline sardığımda onun kolları çoktan beni kucaklamak için aralanmıştı. Boynuna sıkıca tutunmamla boy farkımız sarılmamıza engel olmasın diye belime sardığı kollarıyla bedenimi yerden kaldırdı. Zahmetsizce beni havada tuttuğu gerçeğini sonra düşünecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Miracle [+18]
Ficción GeneralYeni ofis. Yeni çalışma arkadaşları. Aynı ofisi kullanacak iki şirketin çalışanları daha ilk günlerinde bu durumdan nefret etmişlerdi. Hazal onlara hoş geldin demeye çatık kaşlarla gelen Yamandan nefret etmişti. İnci ise şanssızlığını konuşturarak o...