Kuşlar cıvıldamaya başlamış, gün doğumu dağların üzerinde eşsiz bir şölen yaratıyordu. Baharın geldiğini belli eden tatlı bir esinti vardı balkonumda. Günlerden cumartesi, aylardan mayıstı.
Yer yer renklenen bahçenin ağaçları, dağların kahve tonlarından yeşillere karıştığı, baharın enerjisini taşıyan kuşların cıvıldamaları, gün doğumunun sabah olduğunu belli eden hafif gülümsemesi eşliğinde sarıldığım battaniyemin altında sıcacık kahvemi tuttuğum kupama parmaklarımı sarmış, balkonumda sessizce oturuyordum.
Tatlı tatlı esen rüzgârın tadını çıkarıyordum. Tatlı ama bir o kadar içimdeki boşluğu hatırlatan, hiçliğin kokusunu taşıyan bir rüzgârın esiri olmuştum şimdi.
Tam iki gecedir burada öylece oturuyordum. Hayat akmaya devam ediyordu ama benim için iki gün önce durmuştu gibiydi. Hayatımın başrolleri değişmiş, kartlar tekrar dağıtılmıştı ve ben kaybolmuştum.
Aşkın içinde kaybolmuştum.
Kendimi esir ettiğim aşkın içinde kıvranırken şimdi kendimi başka bir aşkın içinde acı çekerken bulmuştum. Aşk mıydı bu, bunu bile bilmiyordum gerçi.
Olmayacak, yaşanamayacak bir aşkın içinde esirken şimdi kendimi başka bir bilinmezliğe esir etmiş ve çıkışı bulmak için uğraşan kalbimle baş etmeye çalışıyordum. Ruhumun içinde koca bir boşluk, o boşluğun içinde Ulaş vardı.
Ulaş Çakır.
Yıllar önce gururum için terk ettiğim ilk ve son aşkım.
Beyaz lalelerin adamı, kalbimin kilidine sahip olan adam, Ulaş Çakır.
Bir insan bu hayatta bir kere mi âşık olurdu yoksa bin kere mi?
İmkansız bir aşka esir olmuşken şimdi benden tekrar âşık olmamı bekliyorlardı. Ben nasıl aşık olacağımı bilemiyorken, anlamıyorken, nasıl imkansızımı bırakabilirdim ki. Bıraktığımda ise tekrar aşk, beni orada bekliyor olacak mıydı?
Zordu.
Bunlara ayıracak ne gücüm vardı ne de yaşamım.
Ben ve Karahanlı soyadını taşıyan herkes öldürülmek için listedeyken, hayatıma alacağım kişinin de listede yerini almasını istemiyordum. Zor da olsa kazandığım kişileri kaybetmek bana çok ağır bir yük olacakken, bunu göze alamazdım.
Güneş gökyüzünün tam tepesinde yerini almış ve herkese günün başladığını göstermek için capcanlı parlamaya başlamıştı.
Bugün Deva'yı görmek için hastaneye gitmem gerekiyordu ama Han ile karşı kaşıya gelmek istemediğim için bu plandan vazgeçmiştim. Ona kızgındım, hatta varlığını silecek kadar kinlenmiş bile olabilirdim.
Geçmişimi, neler yaşadığımı, ne kadar acı çektiğimi gözleriyle gören tek dostum iki gün önce bana ihanet etmişti. Hayatımı yoluna koymaya çalışmamı istiyorsa bile bunu yapmayacaktı ve benim geçmişimi çarşaf gibi Bora'nın önüne sermeyecekti.
O gün, Han'ın söyledikleri evde herkese deprem etkisi yaratmıştı. Bora duyduklarından sonra evden çıkıp gitmiş, tim ise teker teker kapının önünü boşaltmıştı. Balca, Han ile benim yalnız kalmam gerektiğini söyleyerek Demir ile çıkıp gitmişti. Ama bizim artık o saniyeden itibaren Han ile olan bağımız kopmuş ve ona onlarca küfür edip evden yaka paça dışarı atmıştım.
İki gündür evimin kapısını çalan tek bir Allahın kulu olmamıştı ve Bora'nın evde olduğuna dair tek bir belirti bile görmemiştim.
Düşüncelerimi telefonumun sesi bölmüştü. İçeride bangır bangır bağıran telefonuma ulaşmak için oturduğum yerden yavaşça kalkarak içeriye girmiştim. Telefonumu elime aldığımda arayanın Loya olduğunu görmem ile açmam saniyelerimi almıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜNFERİT
Ficção Geral"Bazı insanlar kendi kendine iyileşmek zorundadır, işte bende o insanlardan biriydim. Ben bu hayatta Münferit olandım."