44.Bölüm

8.7K 1.1K 327
                                    


Keyifli okumalar

...Yazarın anlatımıyla...

Hayatta acıyla savaşan ruhlar vardır. Kaybetmeyi daha savaşın ilk dakikasından kabullenen ruhlar. Kimileri pes eder gider. Kimileri ise savaşın ortasında yedikleri onca darbelere inat pes etmezler. Kaybetmekten değilde o savaştan başka çıkış yolları olmadığı için dimdik dururlar, her darbenin karşısında.

Dik duranların arasında üç isim vardı. Yedikleri ağır darbelere rağmen pes etmeyip dimdik duran üç isim. Hayatlarındaki tüm olumsuzluklara rağmen mutluluğa kavuşan,kendi yarlarını kendileri saran üç isim.

Rümeysa,Yunus,Pınar.

Kimileri annelerinden yaralıdır. Kimileri babalarından.

Rümeysa,babasından. Yunus,annesinden. Pınar ise her ikisinden.

Annesinin varlığını bile hatırlamazken ona kızgın olmasının en büyük nedeni çocuklarını bir başlarına koymasıydı. Pınar'a göre bencillikken, Rümeysa'ya göre çaresizlikti.

Her kavgaya,şiddete şahit olan Rümeysa'ydı. Annesinin çektiklerine,babasının en büyük vicdansızlığına şahit olan Rümeysa'ydı. Pınar ise küçücük yaşında öksüz kalmışken babasının babasızlığıyla savaşmaya çalışmıştı. Annesi olsaydı yarasının bu kadar derin olmayacağını düşünüyordu.

Pınar'a göre hem annesizilikle hem de babasızlıkla baş etmek zordu. Zor olmasının sebebi yoktu. Zordu işte. Bu dünya üzerindeki cennetini tanımadan kaybetmek yıllarca ağır gelmişti ona. Ablası görmüş,tanımıştı annesini. Bilirdi ablası annesini. En sevdiği rengi,yemeği,kokuyu; Rümeysa bilirdi bi'. Bundandır belkide babasına kızgınlığının diğer sebebi. Annesine tanımasına izin vermemişti. Bu dünyadaki cennetini kaybetmesine neden olmuştu.

Yinede her şeye rağmen affetmişti annesini. Hiç tanımadığı annesini ruhen affetmek pekte zor olmamıştı. Kolayda olmamıştı elbette.

Etraftaki tatlı telaşı elinden tuttuğu küçük kız çocuğuyla birlikte izleyen kadın mutluydu. Mutluluğunu engelleyen tüm engelleri aşmanın verdiği mutluluktu bu mutluluk. Zaman zaman yitirdiği umudu şimdi tam anlamıyla onunlaydı. Görünüşe göre bir ömürde onunla olmaya devam edecekti. Şikayetçi değildi. Aksine... memnundu.

Karşısındaki manzara, dudaklarına buruk bir gülüşü misafir ederken küçük kız çocuğunun sesi duyuldu, "Esra ablam prenses gibi olmuş. Öyle değil mi abla?"

Pınar'ın kahveleri Irmak'a çevrildi. Küçük kızın giydiği mor kabarık elbise ile ne kadar tatlı olduğunu fark etti. Gülümsemesi büyürken cevap vermeden önce başını sallama gereksiniminde bulundu. "O hep prenses gibiydi. Sadece prensesliği prensini bulmasıyla öne çıktı."

Esra hep bir prenses gibiydi. Pınar'ın olmayan kız kardeşiydi. En azından Pınar,Esra için öyle düşünüyordu.

Aylar geçmiş Esra, okulunu bitirmiş tam anlamıyla psikolog olmuştu. Okulu bittikten 2 ay sonrasına nikah tarihi almışlardı. Yani bugüne. Sayılı zaman çabuk geçerdi. Öylede olmuştu onlar için. İki ay su gibi akıp geçmiş nikah günü gelmişti. Şaşalı düğün yapmak yerine sade bir nikah kıymak isteyen Esra ve Yunus'tan daha mutlusu yoktu. Bir kaç saatlik eğlence için boş masraf yapmak istememiş onun yerine Karadeniz turu yapmaya karar vermişlerdi. Nikahtan sadece 3 gün sonra gideceklerdi.

-ACEMİ MÜSLÜMAN- Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin