Bölüm 1: Geçmişimiz

49 5 6
                                    

İlahi Bakış Açısı

Bir sonbahar akşamı bulutların kızmış, sanki sinir atmak istercesine yağdırdığı yağmurun sesi o karanlık anıları yeniden yaşamasına yetiyordu. Pencereden dışarıyı izlerken düşündüğü tek şey intikamdı...
Soğuk, acılı, yavaş, derin bir intikam...
Düşmanından alacağı intikamı düşünmek bile dudaklarının kıvrılmasını sağlıyor,
içten-içe tebessüm ediyordu...
Düşüncelere daldıkça o gece yaşananları da düşünmeden edemiyordu. Bu anıları düşünmek bir yandan acı verirken, bir yandanda güç veriyor, intikamını daha tatlı hale getiriyordu.
Yaşananlar bize acı verirken, aynı zamanda o anıları birde yaşamamak için direnmeyi de öğretiyordu...

⛓️🫀⛓️
14 yıl önce...

"Ben senin oyuncağın değilim, bırak beni! Bana hiç bir şey yapamazsın!"
Keyifle güldü "sana öyle şeyler yapacağım ki," diliyle dudağını ıslattı "Aklının ucundan bile geçmeyen,"
Korkuyordu küçük erkek çocuğu, ama belli etmek istemiyordu "ne yapacaksın? Hadi yap durma! Annemi öldürdün sen!"
Başıyla arkadaki adamlarına işaret verdi, siyah takımlı adamlardan tam 4 tanesi gelip çocuğu tuttular. "Bırakın benii!!" Bağırışlara aldırış etmeden çocuğun yanına eğildi.

"Biliyor musun, bu anı ne kadar çok bekledim?" Çocuksa hala çırpınıyor, kurtulmaya çalışıyordu "Kafamda sana yapa bileceğim işkencelerin sayısı gün geçtikçe artıyor," çocuk bir yandan çırpınıyor, bir yandanda konuşuyordu "Ne yaptım ben sana? Bilmeden bir şey mi söyledim? Ya da..." duraksadı, başını önüne eğdi.

"Bilmeden kalbini mi kırdım?..." diye fısıldar gibi söyledi.

Adamsa çocuğun bu sözlerine karşı daha da öfke duydu, elini çocuğun krem rengi saçlarına sürtüp, aniden asıldı "Böyle konuşarak beni yumşata bileceğini mi sanıyorsun sen ha!?" Çocuk dişlerini sıkmıştı, "Hayır, ben ne yaptım sana onu öğrenmek istiyorum sadece," başını hafif yana eğdi "hem sizin suçsuz bir çocuğa işkence vermeyeceğinizi düşünüyorum,..."

Adam sinirden dişlerini kırılırcasına sıkıp çocuğun saçlarını sertçe bıraktı, "Senin suçun ne biliyor musun!?" Elini kızgın demire attı ve hızlı adımlarla yeniden çocuğa yaklaşıp gömleğinin önünü yırtarcasına açtı, gözleri zevkten dolmuş bir halde güldü "Senin suçun o adamın oğlu olmak..."

"Ahhh!!!"

Çocuk deli gibi çırpınıyor, kurtulmaya çalışıyordu. Ama boşunaydı, çünkü adamlar onu kımıldamasına bile izin vermeyecek derece de sıkı tutmuştu.
Gözleri acıdan dolmuş, hızlı hızlı nefesler alıp veriyor, sıcaktan kavruluyordu...

Adam deli gibi kahkaha atıyor, çocuğun acısını sanki bir film gibi izliyordu. "Seni..." dedi çocuk tane tane "kendi ellerimle..." elleri boşaldı "öldüreceğim..." diye fısıldayıp acıdan bilincini kaybetti.

⛓️🫀⛓️

Gözlerini kapamış kendi acısını yeniden yaşarken bir yandanda eliyle sıkıca gömleğinin yakasını kavramıştı. Şöyle ki kapısının çalındığını bile duymamış, nefesini düzene sokmaya çalışıyordu, 6 yıl geçmişti üzerinden, ama hala hatırladıkça yeniden ve yeniden o anları yaşıyordu. Aniden gözlerini hızlıca açtığında yine daldığının farkına vardı, kapı çalıyordu. Kapıya doğru ilerleyip deliğinden baktığında gelenin Kaya olduğunu gördü ve kapıyı açtı. Konuşmasına fırsat bile vermeden "Nerede kaldın? Çoktan burada olman gerekirdi" sert ve soğukkanlılıkla sorduğu soruya Kaya
"Çok direndi, mecburen bayıltmak zorunda kaldık, sabah gittiğimizden beri takip ediyoruz fakat uygun bir yere gelmiyordu bir türlü. Dikkatini kendimize çekip aralığa getirdik, sonrada hallettik" diye açıklama yaptı.

"Uzatma tamam, nerede şimdi planladığımız yere götürmeyi başardınız mı?" kesinlikle tam bir gevezeydi, asla lafı kısa kesmiyordu ve önemli şeyleri atlıyor, yersiz bilgileri anlatıyordu.

"Ormandaki eve götürdüm onu merak etme, görev başarıyla tamamlandı. Avımız artık onu avlayacak olan avcısını bekliyor. Tabii eğer kızda kabul ederse..."

Son cümlesiyle aniden gözleri parladı, tüm öfkesi uçup gitti. İntikam ateşi tüm bedenini sarıp, ele geçirdi. Bir an önce o eve gitme isteği oluştu içinde... Ama daha bir iki işi halletmesi gerekiyordu, vakti geldiğinde onlara yaşattıklarını yaşatmadan ölmeyecekti...İntikam acıdan doğardı, Şimdi gün sıra ondaydı asıl acı neymiş herkes tadına bakıp nasibine düşeni alacaktı..."Sen o işi bana bırak, yarın seni arayacağım, çok gecikmeden gel" diyip konuyu kapattı.Başıyla onaylar gibi aşağı yukarı sallayıp gitti.

18 yaşından beri takip ettiği Helin Özcan 21 yaşındaydı. Kızıl saçları bal rengi gözlerine eşlik ediyordu, ince, 1.65 boylarında, çilli bir kızdı. Küçükken kaçırıldığında onu bir kere görmüştü, o zaman gelecekte onunla işbirliği yapmak isteyeceğini kim bilebilirdiki... Küçük kız o zaman dahi babasını pek sevmiyor gibiydi, hayat tesadüflerle doluydu ama bu pek tesadüf sayılmazdı.

Hala dün gibi aklındaydı, nasıl unuta bilirdiki? Tüm yaşananlar, hiç bir kesiği dahi unutmamıştı. Unutursa, hem annesine hem kendisine ihanet etmiş sayılırdı, değil mi?Başlarda ağladı, bağırıp çağırdı, çocuk aklıyla onları tehdit etti. Günler, aylar, hatta yıllar birbirini kovaladıkça alıştı acıya...

Çığlıkları tüm mahseni inletecek kadardı, ama hiç fısıldamadı bile...

Tabii annesini özledi, ablasını yanında istedi, her kes çekilip gittiğinde sessizce ağladı, kendisine arkadaş oldu teselli etti... Ama gittikçe sanki daha da sertleşti, kalbi yalnızdı ve üşüyordu sonra kimse onu sarmadı, sıcacık battaniyeyle onu örtmedi... O da yavaş yavaş daha da soyudu ve nihayet buza dönüştü. Eskisi gibi olmadı, olamadı, olacağına da umut kesti.

Tam 7 yıl sonra çıktı o mahsenden...
Neşeli, hayat dolu, cıvıl cıvıl Küçük çocuk olarak girdiği yerden sert, soğuk, duygusuz bir genç olarak çıkmıştı.

Ordan kaçmak için pilan yapmıştı, ama her şeyde bir tuhaflık vardı sanki...
Adamlar onu gördüğünde adeta görmezden gelip gitmesine izin vermiştiler. Oda çıkıp kendisine yeni bir düzen oluşturmuştu. Ama bu düzende bir kişi eksikti...

Meral Sancak...

Alper ablasının yanına bir daha gidemedi, cesaret edemedi...
Duygusuz, soğuk, sert biri olarak ablasının gözünde canlanmak istemedi...
Çünkü ablasının gözünde o her zaman bir enerji kaynağı, cıvıl cıvıl, neşeli çocuktu...
Bu duygusundan onu yanıltmak istemedi...
Ablası büyük ihtimal onun öldüğünü düşünmüştü ki zaten Alper o zamandan beri bir ölüydü...
Onu hep uzaktan izledi, hep korudu, çünkü tek ailesi olan ablasını da kaybetse dönüşeceği insandan kendisi bile korkardı...

Ablası kendi hayatına devam ediyordu, bir kütüphanede çalışıyor, hatta bazen geceleri bile orada yatıyordu. Kendisini kitaplara adamıştı, annesinin ölümü ve kardeşinin kaybolması onu gerçekten hayattan koparmıştı. Artık hiç bir şey için çabalamıyor, hayatı akışına bırakıyordu. Kardeşiyle küçüklüğünde hayaller kurardılar, ablası bir pastane dükkanı açacak, Alperde garsonluk yapacaktı... Ablası Alperin anısına bir pastane dükkanı açmıştı, ama kendisi orada çalışmıyordu. Hafta sonları annesinin mezarına giderdi ve hep kardeşiyle piknik yaptığı tepede gün batımını izlerdi... Ama haberi yoktu ki her hafta sonları Alperde orada olurdu, fakat uzaktan ablasını izlerdi. Hep düşünürdü Alper,

Acaba şu an ablamın yanına gitsem ne tepki verir?
Sevinçten bayılır mı?
Ona görünmediğim için kızar mı?

İç sesi ona hep "git ve tepkisini kendin gözlerinle gör!" Derdi, ama Alper ona hep kızardı "bu halde nasıl gideğim?" Derdi ve onu sustururdu.

Ablası çekildikten sonra annesinin mezarını Alperde ziyaret ederdi. Her kes mezar taşına baktığında sadece resim ve ya isim, tarih görürdü. Ama Alper annesinin mezar taşına baktığında annesinin bağırışlarını, haykırışlarını, çığlıklarını, nasıl öldüğünü, nasıl yerde kanlar içinde kaldığını, nasıl Alperi "her şey iyi olucak" diye teselli edişini görürdü...

Ve o zaman her kes için, her şey için yemin etmişti...
İntikamını almadan ölmeyecekti...

~İntikam Acıdan Doğar~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin